Bu yazı filmi izlememiş olanlar için, filmin sağlıklı izlenmesini engelleyebilecek bilgiler içerebilir.
Bir sanat dalı olarak şiire fazla ilgi duymadım ve iyi bir şiir okuru da değilim ama Alejandro Amenabar’ın “Mar Adentro/İçimdeki Deniz”i (2004) izleyince aklıma Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” adlı şiiri geldi. Örgütlü sosyalizm mücadelesi (tarihsel TKP) veren bir sanatçı olarak Nazım Hikmet ve onun gibilerin yaşamdan umudu kesmeleri, ölümü kurtuluş olarak görmeleri, hayatlarında anlam kalmaması düşünülemez. O yüzden o şiirde Yaşamak şakaya gelmez / büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın diyor Hikmet.
Peki ne oluyor “Mar Adentro”da? Filmi büyük oyuncu Javier Bardem’in canlandırdığı felçli karakterin destansı trajedisi olarak da görebiliriz. Yorumları okumadım ama eminim bu filmi izleyen birçok seyirci ağlamıştır. Pırıl pırıl bir gençken denizde geçirdiği bir kaza sonucu boyundan aşağısı felç olan ve 26 yıldır yatalak olarak akrabalarının yanında yaşayan bir adamın hayatını sonlandırma uğraşı söz konusu. Bu kazadan önce bir dünya turu yapan Ramon’un kazasını anlattığı bölümde sanki biraz bilinçli bir şekilde bu kazayı gerçekleştirdiğini hissettim ben. Dünyayı gezdi de yaşamdan ve insandan umudu kesti mi bilemiyorum. Ama orası o kadar önemli değil. Önemli olan Ramon’un ölümü bu kadar arzulaması. Ramon’un bu durumu ve onun iletişime geçtiği diğerleri filmin akışını sağlıyorlar. Bunlardan biri insanların ölmeyi isteme haklarını savunan bir derneğin temsilcisi. İşte insanların işi gücü yok, dışarıda zalimce yaşanan bir sınıf mücadelesi yok da böyle STK’larda mücadele ediyorlar..Bu kişi Ramon’a yine kendisi gibi ölmeyi arzulayan ve mesleği avukatlık olan birini ayarlıyor. Tıbbi olarak bilgi sahibi olmadığım ama giderek hareket etme yetisini ve hafızayı yitirten bir hastalığı var ve bu kişi son otobüs kaçmadan ölmek istiyor. Ramon’la aralarında bir şeyler oluyor. Ama bu güzel şeyler ikisine de yaşama arzusu vereceğine beraber ölme isteği ve motivasyonu veriyor. Ve yine Ramon’a arkadaşlık eden bir kadın var. Ve hep erkeklerden darbe yiyen bu kadının Ramon’a aşık olması söz konusu. Bize hep yüzeysel bir insan olarak sunulan bu kadın Ramon’un fişini çeken insan oluyor. Bir de Ramon’un yanında kaldığı akrabaları ve bu zor durum karşısında onların yaşadıkları çelişkili duygular var.
Ötenazi çok tartışmalı bir konudur. Bedensel fonksiyonlarını değil de zihinsel fonksiyonlarını artık yerine getiremeyenler için bu hakkın alternatif olabileceğini ben de düşünüyorum ama gözü, kulağı ve bilincinde hiçbir sıkıntı olmayan Ramon gibi bir hastanın ölümü istemesi kabul edilebilir bir şey olmamalı. Okuyacağı bir sürü kitabı, dinleyeceği müzikleri, izleyeceği filmleri olan bir insanın ölümü istemesi kabul edilemez diyoruz ama bu anlaşılmayacak bir şey de değil. Bunlar hep sistemin yansıması dersek indirgemecilik yapmış olmayız sanırım. Çok iyi biliyoruz ki insan hayatı değerlidir ve kapitalizm buna hiç değer vermez. Kapitalizm güzel şeylerin kamusallığının düşmanıdır. Bu güzel şeyleri bireyselleştirir ve satar. Yani hayatta sevilen ne varsa bunların toplumsal niteliğini metalaştırarak satmak ve bireyselleştirmek eğilimindedir. Bunun içindir ki çevremizde güzel bir doğa manzarasının olduğu bir yerde koşmayı veya denizi seyretmeyi veya daha genel bir ifadeyle istediği şeyi yapmayı özgürlük olarak tanımlayan insanlar vardır. Ama bunun bir karşıtı da vardır. Kapitalizm acıları, kötü şeyleri de bireyselleştirmek eğilimindedir. Olağanüstü durumlarda bunun tersi bir durumdaymış gibi davranabilir ama ortalık yatıştığında ihaleyi hemen sahibi olan bireylere yıkar. Ne diye uğraşacaktır ki? Ramon’un durumu da böyle bir şey. Genel olarak düşkünler diyebileceğimiz kişilerin bakımı kamusal bir iş olmalıdır. Bu o kadar normalleştirilmelidir ki yakın akrabalarını bu kamusal işe bırakan kişiler kapitalizmdeki gibi sanal bir vicdan azabı duymamalıdır. Bu işler, Ramon’un akrabalarının sahip olduğu gibi, bireylerin sanal vicdanlarına ve çelişkilerine terk edilmemeli, bilimsel ve nitelikli bir şekilde yapılmalıdır. Hatta çocukların bakımı ve eğitimi de kamusal nitelikte olmalıdır diyeceğim de bu açıklaması zor, çok bela bir konu ve bu yazının konusu değil. “Mar Adentro”da da kapitalizm koşullarında zor bir durum var ve bu yük bireylere yüklenmiş durumda. Doğal olarak hepsi bencilce davranıyor. Ramon da bencilce davranıyor. Geride kalanların hissedeceklerini düşünmeden ölmek istiyor. Hatta kendisini öldürttüğü kadının başına gelecekleri de hesaplamıyor. Diğerleri de kendi statülerini düşündükleri için Ramon’un ölmesine arzulamalarına rağmen onay vermiyorlar. Filmin sonlarına doğru bu durum iyice belli oluyor. Yani bir sürü çözümlenmeyecek çelişki. Bir sürü hesaba katılması gereken düşünce ve duygu..İnsanların çalışmayı gönüllü kabullendikleri ve mutlulukların ve acıların gerektiği oranda kamusal niteliği olduğu komünist toplumda bireylerin içinde dönüp dolaştıkları bu çelişkilere yer olmayacaktır. O zaman kimse de yaşamı bu kadar değersizleştirmeyecektir. Ama gelin biz başımıza ne gelirse gelsin, kapitalizm altında yaşıyoruz diye bugün de yaşamı değersizleştirmeyelim ve “Mar Adentro” gibi filmlere itirazımızı dile getirelim.Yaşam amaçsız ve anlamsız olamaz.
Not: İlerleyen günlerde İnsan Hayatı Fetişi diye bir yazı yazacağım ve yazının adından da anlaşılacağı gibi diğer boyutlarının hesaba katmadan insan hayatının fetişleştirilmesine olan itirazlarımı dile getireceğim. O yazıyla bu yazının çelişmediğini açıklamaya çalışacağım.