Adamın Dibi: Aylak Adam

0001719411001-1

Son yıllarda erkek ergenlerin ve lümpenlerin sıkça kullandığı bir tabir vardır: Adamın dibi…

Aslında övgü düzücü bir tabir olarak kabul edilir. O adam o kadar nitelikli bir adamdır ki… Ancak “dip” kelimesi olumlu bir içeriğe sahip olmamıştır genellikle. Bir şey, bir şeyin dibiyse genelde ondan daha kötüsü yoktur. Kötülükte ve niteliksizlikte gidilebilecek en ileri noktaya gidilmiştir…

Yusuf Atılgan’ın ilk romanı, tamamlanmış iki romanından biri “Aylak Adam”ın başkarakteri C. (adı bile yok) bana “adamın dibi” tabirini hatırlatıyor.

Yusuf Atılgan’la tanışıklığım çok eskiye dayanır. Tamamlanmış iki romanından diğeri olan “Anayurt Oteli”ni yıllar önce okumuştum. Peki, neden bunca zaman diğer romanını okumadım? Çünkü iyi bir roman okuru değil(d)im. Yakın arkadaşlarım hayatımın şu ana kadarki olan bölümüne sığdırdıklarımdan dolayı bana imrendiklerini söyleseler de ben, esasında hayatımın yüzde sekseninden dolayı pişmanım. Yaklaşık 10 yılımı sadece ve sadece sinemayla doldurduğum ve aslında hep hayranı olduğum bir şey olan romanı boşladığım için amiyane tabirle eşek gibi pişmanım!

“Anayurt Oteli”ne de sinema dolayısıyla yönelmiştim. Ömer Kavur’un 1987 tarihli uyarlaması, Türk sinemasının en iyi filmleri anketlerinde hep karşıma çıkardı. Bu filmin peşinden yıllarca koştum. O yıllarda internet yoktu. “Madem filmini bulamıyorum bari romanını okuyayım.” dedim. Ve yaşım 19, 20 iken falan romanı okudum. Tabi ki hiçbir şey anlamadım! İnsanın, ilk gençlik yıllarında aklı 25 karış havada oluyor. Ek bilgi: Genelde bu yıllar geçince de aklın havada olması, iyimser bir tahminle 19’a falan düşüyor, o ayrı… Gerekli okumaları yapmamış, gerekli sorgulamaları yapmamış, gerekli tabu devirme işlerini halletmemiş; hayata, yaşadığı topluma, tarihe, insanlığa, doğaya dair bilgileri ve dolayısıyla bir fikri olmayan bir insanın Yusuf Atılgan evreninden bir şeyler kapması imkansızdır! 19 yaşında böyle biri değildim. (Laf aramızda, böyle biri olmam henüz iki, üç yıllık bir mevzudur.)

Filmin, dünyanın en kötü kopyası olan visidisini 2008 yılında falan bir yerlerden buldum ve filmi izledim. O kötü kopyayla hiçbir şey anlaşılmıyordu. Nihayet, geçtiğimiz aylarda Ömer Kavur filmografisi üzerine çalışırken bir kez daha izledim. Artık “olmuş” biriydim ve film, olgun bir filmdi. Hatta Türk sanat sinemasının kurucusu olan Ömer Kavur, aynı yıl çektiği “Gece Yolculuğu” ve bu filmle Türk sanat sinemasını kurmuş oluyordu…

Romanların filme uyarlanmasıyla ilgili burada çok şey yazdık. Başarılı olanları çok nadiren çıkıyor ama ben kategorik olarak karşıyım buna… Yusuf Atılgan yapıtlarını iç çözümlemeler ve anlık tespitler üzerine kuruyor. Sinema için hiç olmaz. “Anayurt Oteli” filminde olduğu gibi sürekli iç ses mi sunacak yönetmen? Olmamış, olmayacağı kesindi. “Yaprak Dökümü” gibi romanlar sinemaya uyarlansın, buna mecbursak… Madem romanı 19 yaşında okudum, filmin de romanı aktarması imkansız; o halde romanı bir daha okumalıyım.

Gelelim “Aylak Adam”a… Romanı o kadar çok beğendim ki ölene kadar onunla yakın olmaya devam edeceğim.

Kimdir aylak adam?

Aylak adamı sinizm, mizantropi ve nihilizmle tanımlayabiliriz.

Ben yani Baran Doğan bunlardan hiçbiri değilim. Kendimi şanslı sayan, hayattan keyif alan, insanları seven (bazılarını), ilgi ve merakları oldukça çeşitli (hatta yenilerini iradeyle hayatıma dahil etmiyorum mecburen), siyasetle ilgilenen bir insanım. Motive olduğum şeylerde de oldukça çalışkan ve özveriliyimdir. Motive olmadığım şeyler yanmıştır yalnız…

Yani aylak adamın tersiyim ama onu çok sevdim.

Çünkü yaptığı tespitler benzersiz…

“Aylak Adam”dan hemen sonra okuduğum Sevgi Soysal’ın “Şafak” romanında çok iyi bir cümle var: Oya karakteri kendisini düşünürken “kahrolası bir gözlem düşkünlüğü” şeklinde bir tabir kullanıyor. Yani, bu kahrolası gözlem düşkünlüğü bende de vardır ve bunu “Aylak Adam” daha önce tecrübe etmediğim bir şekilde giderdi.

O ne cümleler öyle!

O ne tespitler öyle!

Bir adam bunları nasıl düşünmüş de yazmış olabilir!

Yıllardır çözmeye çalıştığınız bir puzzle’ı bir cümleyle çözüyor.

SİNİZM VE MİZANTROPİ

Sinizm yani iyi ve güzel olana veda etmek ve hiçbir değeri kabul etmemek… Mizantropi ise insan türüne duyulan nefret duygusu… C’nin sinizmi ve mizantropisi kabul edilebilir gibi değil. O kadar da değil! Ancak… Bu “O kadar da değil!”e “Yalan mı?” kalkıp itiraz etse, mücadeleyi kaybedeceği kesin değildir. “Yalan mı?” da çok güçlüdür.

Çünkü insan, insanı bir mit haline getirmiştir…

Bir gün, bir sohbet esnasında, bir arkadaşımız “İnsan orospu çocuğudur!” demişti. Yani, insanın doğaya ve diğer canlılara yaptıklarını kastediyordu. Bu argo tabiri öne sürmesek de insanın çok da yüce bir varlık olmadığını, dahası bünyesinde çok ciddi arızalar barındırdığını düşünüyoruz. Yani insan yüce bir varlık değildir. Evrim sürecinde var olmak için türlü türlü numaralar geliştirmiştir. Diğer hayvanlara nazaran fiziksel olarak dezavantajlarının üstesinden, bilişsel beceriler geliştirerek gelmiştir. Bu bilişsel beceriler daha sonra “kültür”ü ortaya çıkarmıştır. Kültür kulağa hoş gelen bir tabir olsa da aslında karmaşık ruhsal durumlar şeklinde olumsuz çıktısı da olmuştur. Hiçbir canlı hareket ederken duygusal bir çelişkiyle boğuşmaz ama insan hep bunlarla boğuşmak zorundadır. Romanlar yazar bunun için…

İnsanın duygusal çelişkileri yokmuş, olamazmış gibi davranan milyarlarca insanın ortaya koyduğu “genel/normal durum” karşısında bunları cesaretle ele alan ve ancak on binlerce insana hitap edebileceği belli olan “Aylak Adam” gibi romanlar da vardır.

Aylak Adam bir Don Kişot’tur. Genel/normal duruma karşı gülünç bir şekilde hücuma geçmiştir.

Aylak adamın ortaya koyduğu tespitler, teşhir ettiği durumlar insana “Yalan mı?” dedirtir ama sonra bir şey söyler, bir hareket yapar ve o insan “O kadar da değil!” der.

Adamın dibi işte…

 

Bu yazı Diğer, Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.