Sinema dergisinin yaptığı anketle ilgili düşüncelerimi yazarken ilerleyen günlerde benim en iyi 15 film listemi yayınlayacağımı yazmıştım. Bu listeyi hazırlamak kolay olmadı. İlk başta elimde 21 film olduğunu gördüm ve zor bir eleme sürecinden sonra ancak 15’e indirebildim. Elediğim diğer altı filme de acıyorum; fakat hayat bu…Birileri klübe girer, birileri giremez. Arşivimden sekiz ve üstü not verdiğim filmleri seçerek bu listeyi hazırladım ve ilginç bazı istatistiklerle karşılaştım. İstatistiklerle uğraşmayı çok severim bu arada. O yüzden bu aralar futbolda Barcelona takımını takip etmeyi çok seviyorum. Mesela geçen haftaki maçta 938 pas yaptılar. Konuyla ilgili ilginç bir yazı için tıklayınız. Neyse biz konumuzdan fazla uzaklaşmayalım. Nedir bu karşılaştığım ilginç istatistikler? Sinemada beni en çok etkileyen dönemin 70ler olduğunu sanıyordum, meğer ben 90larcıymışım. Arşivimde 70lerden 114 film mevcutmuş. Sekiz ve üstü not verdiğim film sayısı 44, yani yüzde 38. 80lerde durum 148’e 62, yani yüzde 41. Bu yazının konusu olan milenyum dönemi (2000-2010) film sayısı 418 ve sekiz ve üzeri not alan film sayısı 134, yani yüzde 32. Ve 90lar yüzde 47’lik oranla birinci. 223 film ve çok iyi film notu alan film sayısı 107. Yani 2007’de AKP’nin aldığı oy oranına eşit. Şüphelenmeli miyim? Ben yine konudan sapmadan şu listeye başlayayım en iyisi…
15- “The Hangover/Felekten Bir Gece”, Todd Philips, 2009.
İzlediğim zamanda gaza gelerek “The Big Lebowski”den bile daha iyi tanımını geri alıyorum şu anda ama gerçekten beş dakika rahat bırakmayan bir film. Nasıl senaryo zanaatçılığı yapılıra tokat gibi bir cevap. Bu da fazla lümpen bir tanım oldu da neyse. Yarılacaksınız.
14- “Memento/Akıl Defteri”, Christopher Nolan, 2000.
Benim gibi bulmaca, bilmece çözmeyi pek sevmeyen birinin bu filmi çok tutması ilginç aslında. Hala Nolan’ın en sevdiğim filmi olma özelliğini sürdüren “Memento”, zihin jimnastiğinin sinemada babası sayılabilecek bir film. Tarkovski’nin “Stalker/İzci”siyle atışır bana göre.
13- “3-Iron/Boş Ev”, Kim Ki-Duk, 2004.
Korku olmayan en sevdiğim Uzakdoğu filmidir “3-Iron”.Bu filmi Bin-Jip adıyla duymuş olabilirsiniz. Takipçilerim bu konudaki görüşümü bilirler. Tekrarlamayayım. Olağanüstü hikayesi ve insanı sinir edecek kadar iyi olan minimalist görüntü yönetimiyle büyüleyici bir film. Bir Güney Kore filminde Arapça bir şarkı inanılmaz bir etki yaratıyor desem hadi canım der misiniz?
Gafsa de Natasha Atlas
Yükleyen saphir18. – Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.
12- “The Pan’s Labyrinth/Pan’ın Labirenti”, Guillermo Del Toro, 2006.
Faşizm ancak bu kadar etkili anlatılabilirdi. Fantazi ve acı gerçekleri bu kadar iyi harmanlayan başka bir film daha bilmiyorum. Sinemanın bir büyüsü varsa bu film o büyüyü tüm hücrelerinize üflüyor olmalı. Şu ana kadar izlediğim en iyi İspanyol filmi diyebilirim.
11- “Uzak”, Nuri Bilge Ceylan, 2002.
Sanat filmine burun kıvıranlardansanız, bu filmde dört beş dakika boyunca bir adamın sigara içme sahnesi olduğunu hatırlatayım da uzak durun. Konuşmak yerine göstererek anlatmayı tercih eden filmlerden “Uzak”. Aslında farkında olmadan her gün onlarca kez karşımıza çıkan iletişimsizlik üzerine çok ilginç tezleri var. Basitliğin görkemini yakalamada kendisini alt edebilecek çok az film vardır bana göre.
10- “LOTR/Yüzüklerin Efendisi”, Peter Jackson, 2001-2003.
Burada bir esnaflık örneği sergileyerek bir üçlemeyi tek bir film gibi aldım. Aşağıdaki etiketler bölümünde Listeleme kültürü‘ne tıklarsanız bunu daha önce de yaptığımı görürsünüz. Başlı başına bir sinema fenomenidir bu üçleme. Çok şey söylemeye lüzum yok bence.
9- “Amerose Perros/Paramparça Aşklar ve Köpekler”, Alejandro Gonzalez Inarritu, 2000.
Meksikalı yönetmen Inarritu’nun adıyla özdeşleşen kesişen hayatlar tarzı filmlerin en ünlüsü. Bu tarzı aslında 1989 yılında Jim Jarmusch “Mystery Train/Gizemli Tren”le başlatmış oluyor fakat nedense altın ayı ödülü hep Inarritu’ya verilir. Yine de “Amores Perros”a laf yok. Bir Latin Amerika destanı. Yürüyen karizma derler ya işte öyle bir film.
8- “Sonbahar”, Özcan Alper, 2008.
İzleyip en çok etkisinde kaldığınız film diye geyik muhabbetleri vardır ya, sanırım “Sonbahar” böyle bir kategoride benim için başlara oynayabilir. Bu filmi izleyebilmek için Ankara’ya gittiğimi hatırlıyorum da bir daha izlemek için hala neyi bekliyorum merak ediyorum doğrusu. İşte sinema bu olmalı dedirtecek cinsten bir film benim için.
7- “Requiem for a Dream/Bir Düş İçin Ağıt”, Darren Aronofsky, 2000.
Formalist sinemanın en yetkin örneklerinden biri. Gördüğüm en sağlam medya eleştirilerinden biri. Göze şırıngayla bir şeyler enjekte ediyor, daha ne yapsın? Bir canlı bomba adrenaline sahip desem abartmış olmam herhalde.
6- “Eternal Sunshine of the Spotless Mind/Sil Baştan”, Michel Gondry, 2004.
Sinema dergisi yazarlarına göre yedinci sırada olan film benim listemde altıncı sırada. O yazıda da değindiğim gibi, genç kızlarla üzerinde en çok fikir birliğine ulaştığımız şey bu film. Hayır, hayır posterini Facebook profil fotoğrafım yapmayı düşünmüyorum.
5- “Hero/Kahraman”, Yimou Zhang, 2002.
Çin tarihinin en önemli filmi olan bu film bir sinema şaheseridir. Çok toplumsal sorunlara parmak basmayan, antik çağlarda Çin’de geçen bir kahramanlık öyküsüdür. Hatta çoklarına göre evet bir Karete Filmi‘dir. Çocukluğu bu filmlerle birlikte düşler dünyasına dalarak geçmiş biri olan ben, karete filmlerinin şahını elbetteki listeme koyacağım. Görsellikteki başarısı öyle böyle değil.
4- “Sin City/Günah Şehri”, Frank Miller, Robert Rodriguez, 2005.
Kusursuz denebilecek stilize bir anlatım tarzı vardır “Sin City”nin. Çizgi roman uyarlamalarının en başarılı bulunanıdır. Yılan hikayesine dönen devam filmi bir türlü gelmedi. Bir zamanlar Imdb’de Rodriguez sayfasında ha çekti ha çekecek gibi gözüken “Sin City 2” filmi şu anda gözümemektedir. Israrlar bekliyoruz.
3- “Kill Bill”, Quentin Tarantino, 2003-2004.
Yine esnaflık yaparak iki filmi tek filmmiş gibi listeye aldım. Bu yazıda da tekrarlıyorum: bu filmi izlerken uyuya kalan erkek kardeşim bana bir şey olursa mezarıma gelmesin. Bir tuhaflık magnum opus‘u.
2- “Mulholland Dr./Mulhollan Çıkmazı”, David Lynch, 2001.
Yazarların listesinde de ikinci sırada yer alan film benim de ikinci sıramda yer almış. Her şey günlük gülistanlık olduğu için ve hiçbir problem olmadığı için hayattan sıkılan İskandinav ülkeleri halklarına her gün bu filmi izletmek etkili olabilirdi diye düşünüyorum.
1- “Million Dollar Baby/Milyonluk Bebek”, Clint Eastwood, 2004.
Milenyum filmleri içerisinde beni en çok etkilemiş, bana göre en iyi film Eastwood şaheseri “Million Dollar Baby”dir. Sinemada çokça işlenen kaybetmek ve kazanmak üzerine epik bir drama. Gösterime girdiğinde Sinema dergisindeki eleştirisinde, Murat Emir Eren’in Eastwood’dan Sert Bir Kroşe başlığını hatırlıyorum. Listesinde 13. sıraya koymuş “Million Dolar Baby”yi. O başlık beni çok etkilemişti ve izlemeden filmin 10 numara bir film olduğunu biliyordum. Yanılmadım.
Bu da benim "en sevdiğim" 15'lik listem. Epey farklılık var.
1-Das Leben der Anderen/Başkalarının Hayatı
2-LOTR Serisi/Yüzüklerin Efendisi
3-Mystic River/Gizemli Nehir
4-Munich
5-Plots with a View/Dört Cenaze Bir Nikah
6-Tais-toi!/Dost musun Düşman mı?
7-The Kite Runner/Uçurtma Avcısı
8-Changeling/Sahtekar
9-Match Point/Maç Sayısı
10-The Merchant of Venice/Venedik Taciri
11-The Mist/Öldüren Sis
12-Beynelmilel
13-Click
14-Pardon
15-Stay/Gitme
Evet bayağı fark var. 9 tanesini izlemişim. "Beynelmilel" hariç itirazım yok, hatta ilk üçünün düğününde dibi delik kapla su taşırım (bizim oraların meşhur lafı)..