Ana akım sinemayı şevkle takip eden biri, Ridley Scott’ın çektiği “The Gladiator/Gladyatör”
filmi için tereddütsüz başyapıt diyecektir. Bu filmde, tarihsel materyalizmi insanlığa armağan
edenlerin kemiklerini sızlatırcasına, bir adamın ve başka bir adamın tutkuları çatışır ve
koskoca imparatorlukta neler olur neler! Milyonlarca dolar harcanarak elde edilen teknik ve
görsel muazzamlık da pilav üstü döner gibidir. Öylesine film izleyenler bile çok etkileyici,
çok sürükleyici diyecektir film için. Filmin seyirciyi nereye sürüklediğini çok da hesap
etmeden…Bu yazıda sizlere tanıtmak istediğim Finli yönetmen Aki Kaurismaki de “ben
asla başyapıt çekemem” diye görüş bildirirken tam da bu tür filmleri kastetmektedir. Yani
büyüleyici masallar anlatıp seyirciyi manüpüle eden filmleri.
Finlandiya’nın en tanınan yönetmeni olarak bilinen Aki Kaurismaki ilgiyle takip etmeye
değer bir sanatçı. Ayrıksı bir insan her şeyden önce. Ama bu ayrıksılık içeriği boş, ne bileyim
Rock müzik gibi sadece isyan eden ama değiştirmeyi aklına getirmeyen bir ayrıksılık değil.
Yani Kaurismaki sineması Türkiye’deki bazı insan doğasını anlamaya çalışan meslektaşları
gibi sisteme çakmadan fotoğrafı gösterip, gerisiyle ilgilenmemezlik yapmıyor. Sorunları
işliyor ve sistemi de sorunların kaynağı olarak teşhir ediyor. İlk filminin adının “Suç ve
Ceza” olması, yani Varoluşçuluğun en temel metinlerinden birini uyarlamış olması, dahası o
Türkiye’li insan doğacısı meslektaşının çok sevdiği bir metni uyarlamış olması akıllara aksini
getirmesin; düpedüz hayata soldan bakan, proletarya dostu bir sanat üretiyor Aki Kaurismaki.
Ve de onurlu duruşlar sergiliyor. 2003 ve 2007 yıllarında Oscar adaylığını reddediyor
örneğin. Birincisini o dönemde hali hazırda savaşta olan bir ülkeye gitmek istemediği için,
ikincisini de Bush’un dış politikalarını protesto etmek için reddediyor.
İşçi sınıfı Kaurismaki sinemasının başlıca ilgi alanı. Yani filmleri şu hayattaki en gerçek
kaybedeni, en gerçek ötekiyi anlatıyor. Bazı sözüm ona bağımsız(!) Amerikan filmlerinde
gördüğümüz içinde çeşitli aletlerin olduğu garajı olan 250 metrekare eve, arabaya, dolgun
maaşa sahip yan sanayi kaybedenleri değil, gerçekten kaybedenleri işliyor. Karakterlerinin
bazıları az, bazıları dayanılmaz boyutlarda kaybeden ve ötekidir. Kimisi doğru dürüst
yiyecek, giyecek bulamaz; kimisi de Finlandiya’nın gelişmiş bir kapitalist ülke olmasından
dolayı işten atılınca kendisine bağlanan işsizlik aylığını gurur yapıp almaz. Bazı filmlerinde
karakterler bankaya kredi çekmek için başvururlar ve türlü hakaretlere uğrarlar. Bazıları bu
krediyi çekmeyi başarır ve kendi işini kurar ama iki üç film sonra kurduğu işletme batmış
ve bir markette kasiyer olarak çalışırken görülürler. Ama dayanışma teması hep vardır
Kaurismaki sinemasında. Umut tacirliği yapmaz ama umudu hissettirir seyirciye. Karakterleri
kendi sınıfından bir karşı cinsle karşılaşır ve ayaküstü girilen bir iki diyalogla sanki hayatının
aşkını bulmuş gibi olurlar. Bu haliyle Kaurismaki, sanki aşka olduğundan fazla anlamlar ve
misyonlar yükleyen ana akım entelektüel ortamla adeta dalga geçmektedir.
Grotesk ögeler süsler filmlerini. Çoğu filminin türü için komedi yazar sinema kaynaklarında
ama bir kere bile gülmeyeceğinizi garanti ederim filmlerinde. Belki siniriniz o kadar
bozulmuştur ki, kara mizah o kadar üzerinize gelmiştir ki artık daha fazla dayanamayıp
koyuverir gidersiniz bir iki yerde o kadar. Filmlerinde özentisizce çekilmiş kavga, ölme,
öldürme, sevişme sahneleri vardır. Bir karakteri mermiyi yer, üzerinden kan gelmez
ve saniyesinde ölüverir örneğin. Bir röportajında filmlerini ayık kafayla yazdığını ama
sarhoş olarak çektiğini ifade etmesine rağmen, belki biraz zorlama olacak ama, ben bu
özentisizliğinin de amaçsız olmadığını düşünüyorum. Bence bir metaya fetiş düzeyde değer
vermeyi kendince protesto ediyor yönetmen. Sinema ve genel anlamda sanat da fetiş düzeyde
değer verilen bir şey ona göre. Eserlerinin içeriğiyle ilgili çokça kafa patlattığı aşikâr olan
bir sanatçı, işin daha kolay olan kısmına yani biçimine mi özenmeyi beceremeyecek? Velev
ki beceremiyor. Filmleri gerçekten teknik olarak başarısız. Bu durum yine de onun sanatsal değerini, işçi sınıfının iktidar arayışına verdiği ilhamı alt seviyelere düşürmemeli.
Kaurismaki sinemasında Sovyetler’in çözülmesinin etkileri de görülür. 80’li yıllardaki
filmlerinde karakterlerini üzerinde orak çekiç olan gemilere bindirerek kurtuluşa gönderen
Kaurismaki, 90’larda belli ki bu çözülüşe bayağı içerlemiştir ve eleştirilerini, bazı filmlerinde
anti-Sovyetik algılanmak pahasına da olsa sıralar. Ama asla siyasi hattından dönmemiş, anti-
kapitalist ve anti-emperyalist duruşunu muhafaza etmiştir. Toplam 16 uzun metraj kurgusal
eseri olan yönetmen, 20 film çekip emekli olacağını beyan etmişti. Eminim bu saygıdeğer
duruşu kalan dört filmde de devam edecektir. Bizlerin payına da bu ilgi çekici sinemacıyı
tanıtmak düşüyor. Bir de o Kaurismaki duruşunu gösterebilmek dersem kendimden ve sizden
çok şey talep etmiş olmam sanırım.