Ben değil.
Şu resimdeki ev gibi bir evde yaşa, sonra da bi’ balıkçı kasabasına yerleşmek isteme…Bu cümleyi sık duyarız. Büyükşehirdeki sorunlardan bunalan birey, bi’ balıkçı kasabasına yerleşmek, bir köyde yaşamak, “şirin” bir Anadolu ilçesine kapağı atmak istiyor. Bahçeyle uğraşmak falan…Bu bireyin iğrenç bir insan olduğunu iddia edemeyiz. Allah belasını versin diyemeyiz. Bu kişide “insani” bir taraflar olduğu açıktır.
ALAKASIZ PARAGRAF
Şu “insani” kavramıyla ilgili sorunlarım var. Biz “hayat denilen şey esasında bir kavga” dediğimiz zaman, sanki merhamet duygusunu yitirmiş, kavga-dövüşten zevk alan insanlar olduğumuz algısı ortaya çıkıyor. Oysa kavga zaten başlatılmış durumda. Biz istesek de istemesek de. Adına koyalım, sermaye sınıfı insanlığa savaş ilan etmiş durumda. Kafayı kuma gömmek, “ben sevgi pıtırcığıyım” demek insani olmak anlamına gelmiyor.
SADEDE GELİŞ
Büyükşehirdeki sorunları kabul ediyoruz ve bu belalardan uğraşmak istemeyen bireyi anlıyoruz ama bunun bir kaçış psikolojisi olduğu asla unutulmamalı. Bir şeyleri değiştirmek isteyen, dünyayı ve Türkiye’yi daha yaşanabilir bir yer yapmak isteyen “bilinç” sahibi birey, büyükşehirlerde bulunmak zorunda. Çünkü bu değişim ancak büyükşehirin itirazları sayesinde gerçekleşebilir. Kent merkezinin kafasını kaldırmasıyla olabilir. Türkiye’deki kent merkezi de kafasını kaldırmış durumda. Yeter artık dedi bir kere. Geriye dönüş olmaz.
İleride Türkiye’nin tarihini yazacak olanlar 31 Mayıs 2013’ten öncesini ve sonrasını mutlaka ayırmak zorunda kalacaklar. Ne mutlu bize ki o itirazı gerçekleştirenlerden biriydik ama nostalji duygusunun tehlikelerine karşı uyanık olmalıyız. Daha yapacak çok iş var.
Türkiye’yi güzelleştirmek isteyen bireyin bizim tezimize göre yaşaması gereken yerler bellidir. İstanbul, Ankara, İzmir. Bunlara tek tek değinelim. İstanbul canımız da Ankara ve İzmir’in biraz üzerine gideceğim.
HARAMİLERİN SALTANATINI YIKACAĞIZ!
Böyle diyor komünist şair Vedat Türkali’nin meşhur İstanbul şiirinde. Ne kadar gerçek! Türkiye’de onurlu yaşam için mücadele anlamında ne yapılmışsa büyük oranda İstanbul’da yapılmış. Ben Ankara’da doğdum ve büyüdüm. Fakat Türk sinemasına o kadar hayrandım ki, o kadar çok Türk filmi izliyordum ki tam bir İstanbul aşığıydım ve ilk kez oraya geldiğimde her yeri elimle koymuş gibi bulmuştum. Hep İstanbul’da yaşamayı hayal etmiştim ama ancak üç sene önce aşkıma kavuştum. Bu kavuşmayı daha da değerli kılan, sosyalizm mücadelesine atılmam oldu. İstanbul’da yaşamanın ne kadar da önemli olduğunu o vakit daha iyi kavradım. Çok güzel şeyler olacak ve umarım orada olacağım.
ORTA ANADOLU MANTALİTESİ
Dediğim gibi Ankara’da doğdum ve büyüdüm fakat sorarlarsa kendime Ankaralı demiyorum. Çünkü “nerelisin” sorusu daha çok “Türk müsün, Kürt müsün; Alevi misin, Sunni misin”, bunları öğrenmek için soruluyor. Ataerkil (sömürücü) toplumlarda babanın memleketi nereyse oralısın. Ben de nerelisin sorusunu soranları zahmetten kurtarmak için Sivaslıyım diyorum. Ama Ankara’yı ve bahsedeceğim “Orta Anadolu Mantalitesini” çok iyi tanıyorum. Ankara, beş milyon nüfusa dayanmış. Beş, altı yıl önce olmayan trafik problemi de var artık. İyi, güzel. Bu problemler, çelişkiler birikir ve zamanını asla kestiremeyeceğimiz bir anda patlar. Umarım o dönemde Ankara’da da nitelikli bir sol birikim olur. Fakat, bir büyükşehir olmasına rağmen, Ankara’nın her metrekaresinde hissedilen bu “Orta Anadolu mantalitesiyle” Ankara’nın işi biraz daha zor. Milli ve manevi değerlere bağlıdır o. Keçiören’de meepeye, büyükşehirde Melih’e verir. Küfürbazdır, en favori küfürü “amına koyim”dir. Cinsiyetçi el hareketleri, el şakaları vardır. Modifiye Şahin’e biner. Ulus’tur o. Homofobiktir. Irkçıdır. Metro’da seni keser. Ortalama, genel geçer, sığ ve moda şeylere kendisini çok kaptırır. Aptaldır. Müzikleri de iğrençtir. Edebiyatla hiç ilgilenmez. Sınıf mücadelesine alabildiğine mesafelidir. Her yaz mutlaka ve mutlaka köye gider. “Terafiye” gider. Mizahtan anlamaz ama sululukta üstüne yoktur. Cepli tişört sever. Ankaragücü maçına gidip, Gençlerbirliği taraftarına “dışarıda kaçanın anasını sikeyim” diye tezahüratta bulunur. Tekrar ediyorum, milli ve manevi değerlere bağlıdır. Onunla çok işimiz var. Ona empati, sempati geliştirmeyeceğiz. Onu kazanmayacağız, yeneceğiz onu! Ağzını açamaz hale getireceğiz. Eşşek gibi kendisine çeki düzen verecek.
EGE MANTALİTESİ
Ege bölgesinde yaşamadım ama Ege mantalitesi diye bir şeyin olduğundan şüpheleniyorum. Varsa itirazları dinlemek isterim. İzmir de bir büyükşehir ama toplumsal hareketlilik anlamında İstanbul’a göre bayağı geride, Ankara’nın da gerisinde. Kendi özerkliğini ilan etme konusunda hevesli diye düşünüyorum. Biraz kendini beğenmişlik var sanki. Akdeniz, Ege çevresinin tarihsel rahatsızlığı olan rahatlık ve gevşeklik sanki Ege mantalitesini de belirliyor gibi.Yanılabilirim. Şeriatçılığın asla yaşam alanı bulamaması yüzünde İzmir’i seviyorum. Sınıfsal uyanışların ne kadar ihtimal dahilinde olduğu konusunda net değilim. Kemalizme fit olabilecek gibi bir yapısı var sanki. İşte bunlar hep Ege mantalitesi ama dediğim gibi yanılıyor olabilir ve itirazları kabul ederim.
Kürdistan’daki politik hareketliliği, örgütlülüğü, direniş kültürünü, kadınların ve gençlerin politikleşmesini beğeniyorum ama Kürt siyasi hareketinin politik yönelimi hiç beğenmiyorum. Hareket var ama kimse kusura bakmasın bazı kıytırık ulusal kazanımlar için ülkenin batısının yangın yerine çevrilmesine verilen onay, boykot adıyla verilen gizli destek bu hareketin değerini alıp götürüyor. Karadeniz bölgesinde de insanlar coğrafyayla mücadele etmiş ve mücadele eden insanın kaçınılmaz olarak gelişmesine bağlı olarak bir aydınlık var ama sınıfsal çelişkiler o bölgede çok az hissediliyor. Akdeniz bölgesi de şimdilik çok hareketli değil.
Böyle. Şu resimdeki evlerde yaşamak zorunda kalanların, “rahatlık” arayışlarını anlayabiliyorum ama değiştirmek isteyen insan büyükşehirde olmak zorunda. Maoculuk bile iflas etmişken, artık balıkçı kasabası diye tutturmanın anlamı yok. İşimize bakalım. Ayrıca 10 sene küçük şehirlerde yaşamış biri olarak rahatlıkla iddia edebilirim ki büyükşehirlerin yüklediği sorunların yanında küçük şehirlerde asla bulamayacağımız sayısız avantajı da var. Bir daha da küçük şehire asla gitmem!
En iyisi İstanbul. Bolu gibi rahat, gevşek bir şehirde hem de öğretmenlik gibi rahat bir meslek yaparken İstanbul’a tayin istedim. Soruyorlardı “bok mu var İstanbul’da?” diye. Evet, bok var! Yani kapitalizm ve gericilik var. Gelin bu bokun üzerine beraber sifon çekelim.