Türkiye’deki sinemacılar veya sinemaseverler arasında “gelmiş geçmiş en iyi Türk film” gibi anketler yapılmıştır. Şu anda kaynağını hatırlayamayacağım bir ankette, Ertem Eğilmez’in 1973 tarihli “Canım Kardeşim” adlı filmi birinci olmuştu.
“Hani şu kanser olan çocuğun filmi.”
Böyle anlatılır genelde “Canım Kardeşim”. Gerçekten de üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kolektif hafızada yer alan bir filmdir.
Peki, Türkiye’de kolektif hafıza diye bir şey var mı?
Pek yok açıkçası…
İşte yedi, sekiz santim ne kadar varsa CK orada yer almaktadır.
Bu arada İnternet ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla bambaşka bir toplumsallıkta yaşadığımızı da eklememiz lazım. Bazı şeyler hep aynı ama bazı şeyler de dokuz, on sene öncesine göre epeyce değişmiş durumda.
Artık neredeyse hiç kimse televizyondan yerli film izlemiyor fakat bu önceden böyle değildi. Kabaca 1991-2002 arası Türkiye’de insanlar (ve ben) televizyonlardan deli gibi yerli film izledik. Başlıkta ima ettiğim gibi, CK’yı kaç kere izlediğimi bilmiyorum.
İlk kez çocukken izlediğimi hatırlıyorum. Tıpkı filmdeki çocuk gibi televizyon benim için bir tutkuydu ve cumartesi günleri Türk filmi kuşağını sabırsızlıkla bekliyordum. Orada bir gün izleyip çok etkilendiğimi hatırlıyorum.
1991 yılında STAR 1 televizyonun artık bütün antenlerce izlenebileceği günü unutmam mümkün değil. Türkiye’de devrim olmasa bile çok önemli şeylerin değiştiği, değişeceği bir gündü. O çocukluk ve ergenlik yıllarında manyak gibi Türk filmi izledim. Dün nereden estiyse gece gece CK’yı bir daha izledim. Filmle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.
Ondan önce Ertem Eğilmez’den bahsetmek gerekecektir.
Sinema yönetmen sanatıdır. Film eğer bir sanat eseriyse onun sahibi yönetmendir. En sipariş işlerde bile yönetmenin müdahalesi vardır. Dolayısıyla bugün “Kemal Sunal filmi, “Şener Şen filmi”, “Tarık Akan filmi”, “Penelope Cruz filmi”, “Robert De Niro” filmi gibi tanımlamalar aslında geçerli değildir.
Kemal Sunal’ın, Şener Şen’in, İlyas Salman’ın bize hoş vakitler geçiren filmleri aslında Ertem Eğilmez’in Arzu Film ekolünün ürünüdürler. 70’lerde başlayıp 80’lerin ortalarına kadar devam eden bu ekol Türkiye’deki tek “halk sineması” ekolüdür diyebiliriz. Halk sineması, yani popüler eserler. Yani eğlendirmeye yönelik işler. Dünyada Hindistan’da benzerlerini görebileceğimiz türden bir şeydi Arzu Film ekolü.
Popüler demişken hemen kıllanmayalım. Bu filmler belki gelişkin bir soyutlama seviyesine sahip değillerdi ama günümüz popüler işleriyle karşılaştırınca onlardan çok çok ileride işlerdi. Nitelikliydiler. Apolitik falan de değillerdi. Arabesk de değillerdi. Mütevazi ve makul bir seviyede ezilenlerin tarafından bakan bir anlayışa sahiptiler. Hepsi emekçi olan bu karakterler erdem sahibi ve marur insanlardı. Şimdiki gibi bok çukuruna dönmüş bir Türkiye olmadığı için o zamanlar, bu karakterler gerçekçiydiler. 70’lerde her sokak başında bir Yaşar usta görebilirdiniz. “Yakışıklı” Ferit, AP üyesi olmayan bir Şaban, ihaleye fesat karıştırmayan güdük Necmi falan her yerde karşınıza çıkabilirdi. Şimdi ortalık üçkâğıtçı, çakal ve yobaz kaynıyor. Herkes Recep İvedik, herkes Esra Ceyda kardeşler…
CK tam da böyle bir film.
Artık uzatmaları oynayan mahalle kültürü var. O mahallede hepsi emekçi karakterli olan bireyler var. Sefalet diz boyu. Dostluk, dayanışma gibi insani değerler var ve etkin.
Hikâyeyi biliyorsunuz. Halit ve Murat iki avare genç. Murat’ın babası Mübadele esnasında Trakya’dan göç etmek zorunda kalmış dolayısıyla yoksullaşmış bir muhacir. İçkiye vurmuş kendisini. Murat ise bir baltaya sap ol(a)mayan bir lümpen. Arkadaşı Halit’le günlük işler yapıyor. Ve filmin kahramanı çocuk…Adı da Kahraman. Filmin, o, yedi sekiz santimlik kolektif hafızada yer almasının en önemli sebeplerinden biri de onun hüzünlü bakışları ve ses tonu. Zaman zaman yüzünde beliren oldukça sempatik gülüşü, kepçe kulakları vs.
Kanser olan kardeşinin son günlerini iyi geçirmesi için Halit ve Murat’ın çabaları çok etkileyici. Hilton Oteli’nin lokantasından çektikleri ziyafet benim sinema izleyiciliği kariyerimin favori sahnelerindendir. Oldukça da iştah açıcı. Kahraman’a şarap doldurma konusunda yaşadıkları çelişki de çok sempatik.
Asıl mevzu televizyonda bitiyor. Yeni yeni yaygınlaşan bu olgunun Türkiye’nin içine eden en önemli şeylerden biri olacağını öngörmüşler midir acaba?
Filmdeki “Kancı Memet” karakteri her zaman ilgimi ve nefretimi çekmiştir. Kesin Adalet Partisi’ne oy veriyordur o zamanlar. O küçük lokal alanda şerefsizlik adına ne yapılıyorsa Kancı Memet karakterinin hesabına yazılmalıdır. Kendisini televizyon aldığı için tebrik eden 70 yaşındaki adama “varol yeenim” diyen de odur, kan üzerinden para kazanan da odur.
Böyle bir filmdir.
CK ve binlerce Türk filminin en acıklı hikâyesi gerçekçi olmamalarıdır. Ertem Eğilmez kamerayı stüdyolardan çıkarıp, sokaklara yöneltmiştir ama yetmemiştir. CK ve nice Arzu Film ekolü filmde sokaktan bire bir görüntüler vardır ama hayır onlar asla gerçekçi bir duyguyu yansıtamamışlardır. Bence Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet”ine kadar Türkiye sinemasındanki o yapaylık duygusu geçmemiştir. “Eşkıya” bile böyledir. Maalesef Demirkubuz da mizantrofik…
Bütün eksikliklerine rağmen insanda hiçbir olumsuz duygu ortaya çıkarmayan bir film. Bazı filmler için “unutulmaz” denir ya öyle gerçekten.
Youtube’da eyçdi’si (HD) var ama bu eski filmler sanki eski tüplü televizyonlarda daha iyi gözüküyorlar. Eyçdi veya değil, yeni nesil televizyonlarda çok kötü görünüyorlar.
Yorum bölümünde filmi paylaşacağım ama izler misiniz bilmiyorum.
İyi günler.