Cennetten de garip bir ülkede yaşıyorum. Şu resim benim sık kullandıklarımı gösteriyor. Artık bloglar açılmaz diyerek listemden kendi bloğumu silmişim. Cennetten de garip ülkede işler değişti ve bloglar açıldı. İnsan elindekini kaybedince değerini anlar ya bu süre içerisinde sanki filmleri boş yere izliyormuşum gibi hissettim kendimi. Meğer buraya yazı yazmak benim için ne kadar da önemli bir ayrıcalıkmış. O 20-30 kişi ve Google’a acayip acayip şeyler yazıp buraya gelen kişiler (örneğin: serge dijehua, sinema 70, adana geyler pornosu, anasini satan adam, bence kış mevsimi çok gereksiz diyen birini ikna etmek, burujlinin karate filmi, en kaliteli şerefsiz, yemek yerken yellenmek günahmı, vatanı için ölmüş insan mesut gibi…): sizleri çok özledim. Gerçekten de nefes alınabilen alanlardan biriymiş bloglar. İyi ki sosyal medya var. Konuşan, tartışan Türkiye buralarda kendisini gösteriyor. Fakat bu garip ülkeye güvenmediğim için, ayrı kaldığımızı süre içerisinde kendi alan adımı satın alıp site üzerinden blog mantığıyla yazma kararı aldım. Boş bir zamanımda, yazın mesela, bu kararımı uygulamaya geçirmek istiyorum. Site adıyla ilgili çok düşündüm. Sevdiğim filmlerin birinin Türkçe adını almak istedim. Bunun için kontrol ettiğim ilk isim arkapencere.com (Rear Window) oldu. Ne yazık ki alanadını almışlardı. Yine çok sevdiğim bir film olan Lost Highway’a atfen kayipotoban.com’u kontrol ettim. Alanadı boştu fakat sonra bu adla açılmış bir sitede sanki hep underground (yeraltı) sineması örneklerinin işlenmesi gerek diye düşününerek vazgeçtim. sunsetbulvari.com, incekirmizihat.com, derinkirmizi.com, puslumanzaralar.com, cinayetigordum.com hep aklıma gelen ve boş olan alan adlarıydı. Bu arada önerilere açık olduğumu belirtmek isterim; ancak son dakikalara kadar ilham gelmezse sitenin ismi cennettendegarip.com olacak. Jim Jarmusch’un harika filmi tam da benim izlemeyi ve yazmayı sevdiğim tarz sinemayı anlattığı için tuttum bu ismi. Bu isimi yazmak ve akılda tutmak zor diye düşünülebilir. Beni okuyacak adamın biraz emek vermesini istiyorum ve artık eskisi kadar popüler olmak da istemiyorum. Hatta şu Türkiye’de çok okunuyorsam bende bir sorun olmalı diye düşünürüm. Yaklaşık iki ay uzak kaldık ve ben bu sürede yaklaşık 30 film izledim. Bu filmler içerisinden bir Top 11 yaptım. Buyrun listem:
11- The Damned United/Lanet Takım, Tom Hooper, 2009.
İngiltere’nin ve dünyanın gelmiş geçmiş en önemli futbol adamı Brian Clough’ın (Klaf) Leeds United’da geçirdiği 45 günü anlatan biyografik film. İzlediğim iyi futbol filmlerinden oldu.
10- Çakal, Erhan Kozan, 2010.
Delikanlılık kültüne parlat-cilala yapıyor gibi görünse de bir derinliği olduğuna inandığım; alternatif, şaşırtmayı başarabilen bir film.
9- Dazed and Confused, Richard Linklater, 1993.
Adını Led Zeppelin’in muhteşem şarkısından alan artık iyice favori yönetmenlerimden biri olmuş Richard Linklater filmi. 1978 yılında Amerikan lise gençliğinin gündemini iddiasız ama başarılı bir şekilde perdeye yansıtıyor.
8- The Blackout/ Bayılma, Abel Ferrera, 1997.
Abel Ferrera’dan izlediğim en iyi film olan “The Blackout” bir suç hikayesini stilist bir tarzda anlatıyor. Rahatsız edici görüntüler akıl almaz hikayeyi bir üst sınıfa atlatıyor.
7- Election/Seçim, Alexander Payne, 1999.
Bu listenin bir numarasında yer alan filmin yönetmeninin filmografisinde bir gezinti yapmak için izledim “Election”ı. İyi de yapmışım. Birçok ankette en iyi lise filmlerinden seçilen “Election” harika bir bağımsız film. Melek gibi görünüp de yılan karakterli olanlardan birisini işliyor ve kaliteli filmlerde sergilenince tadından yenmeyen aptallık teması mevcut filmde.
6- Otac na sluzbenom putu/Babam İş Gezisinde, Emir Kusturica, 1985.
Kusturica’nın ilk dönem filmlerinden “Otac na sluzbenom putu” yine yerel motiflerle dolu bir kara mizah örneği. Ben bu tarzı çok seviyorum ve siz de Kusturica hayranıysanız veya tipik bir filmini izlemek istiyorsanız sizi bekliyor.
5- Interiors/İçeridekiler, Woody Allen, 1978.
Woody Allen’ın drama dalında şimdilik ilk ve tek filmi. Bergman filmlerine bir saygı duruşu olarak kabul ediliyor “Interiors”. Bir orta-üst sınıf ailenin yaşadığı çelişkileri, buhranları gerçekten de Bergman tarzında anlatıyor. Baskıcı, dönüştürmeci, control-freak anne karakteri filmin lokomotifi. Bazı sahnelerde Woody’nin içindeki fırlatmaya sahip olmakta çok zorlandığını tespit ettim. Yavaş ol Woody, Bergman’a saygı duruşu filmi çekiyorsun oğlum diye kendi kendine konuşmuştur eminim.
4- Autumn Sonata/Sonbahar Sonatı, Ingmar Bergman, 1978.
Çok ilginç. İki filmi de izleyen ve aynı baskıcı, dönüştürmeci, control-freak anne karakterinin her iki filmde de yer aldığını gören bir kişi, Woody Allen’in Bergman’ın filmini izleyip hemen oturup ayaküstü saygı duruşu filmi çektiğini düşünecektir. Ama “Interiors”un Amerika gösterim tarihi 2 Ağustos 1978, “Autumn Sonata”nın de İsveç gösterim tarihi 2 Ekim 1978. Bergman ulan şu Amerikalı hergele bana saygı duruşunda bulunmuş, suna bi geri dönim demeyeceğini göre sinema tarihinin en ilginç tesadüflerinden biri meydan gelmiş bana göre. Hayran ve büyük sanatçı aynı filmi birbirlerinden habersiz aynı sene içerisinde çekmişler ve de hayran daha önce çekmiş. Bu arada sinema tarihinin en güzel kadınlarından biri olan Ingrid Bergman’ın da son filmiymiş.
3- Ten/On, Abbas Kiarostami, 2002.
Artık hiç şüphesiz en favori yönetmenlerimden olan İranlı sanatçı Abbas Kiarostami’nin İran gibi bir ülkede “Ten”le yaptıklarını görünce, Atıf Yılmaz’a 80lerde yaptığı karikatür kadın filmleri dolayısıyla kadın filmlerinin yönetmeni demek içimden gelmiyor. Twitter mesajı gibi yorum oldu.
2- Birdy, Alan Parker, 1984.
İleri bir tarihte yazacağım en iyi savaş karşıtı filmler yazımda kesinlikle yer alacak bir başyapıt. Türkiye’de hala “Mignight Express/Geceyarısı Ekspresi”yle anılan Alan Parker cidden iyi bir yönetmen. Michael Mann’den az biraz daha yaramaz ve provokatif birisi. Filmografisini beğeniyorum.
1- Sideways, Alexander Payne, 2004.
Bu filmin bir Türkçe adı olsaydı kesinlikle benim yeni sitenin adı olurdu. Sen nasıl bir sinema seviyorsun sorusunun cevabı “Sideways” gibi filmler. Aslında bu benim filmi ikinci izleyişim oldu. İlk izlediğimde Türkçe dublajlı izlediğim için bu kadar sevememiştim filmi. Dibine kadar bağımsız ruha sahip bir film.Benim adamlarımdan Paul Giamatti’nin canlandırdığı kaybeden karakteri Pazar günü izlediğim “Kaybedenler Klubü”ndeki yan sanayi kaybedenler için etüd çalışması olabilecek kadar başarılı. Büyüleyici anlarla, diyaloglarla dolu bir film. Mükemmel bir hikaye. Hayatın ta kendisi. Şarap içesim geldi.
Hoş geldin. Eski ekip yeniden klavye başında anlaşılan.
Hoşbulduk arkadaşım. Bir daha ayrılmayız umarım.
another woman ve september'ı interiors'ın yanına yazmak mümkün.
Doğrudur. İzlemedim filmleri ama adlarını "Interiors"la birlikte duydum.