Sosyalist yazar Mikhail Sholokhov’un bir öyküsünden Sergey Bondarchuk’un filmleştirdiği “Destiny of a Man/Bir Adamın Kaderi” akıllara aynı yıl çekilen “Ballad of a Soldier/Askerin Türküsü”nü getiriyor. Aynı o film gibi savaşın insan hayatı üzerine yüklediği psikolojik yıkımı işliyor çünkü. Ayrıca iki film de çok sevilen birilerini kaybetmek üzerinden savaşı yargılıyor.
Film Nazi kampına esir düşen bir Sovyet askerinin anılarını ve acılarını paylaşması üzerinden gidiyor. Bu asker savaştan önce çok düşkün olduğu işlenen ailesiyle mutlu mesut yaşamaktadır. Ama faşizme karşı o insanların “Anayurt Savunması” dedikleri eylemin dışında kalamıyor. Savaşta esir düşüyor ve Nazilerin insanlık dışı uygulamalarına maruz kalıyor. Uzun bir zaman dilimini kısa bir sürede işlemek gibi zor bir işin altından bence film hakkıyla kalkıyor. Bir şeylerin işlenemediği duygusuna fazla kapılmıyorsunuz. Film bütün bu sürede yaşanılanların en çarpıcı olanlarını ayıklıyor ve onların üzerinde duruyor. Zaten bu filmi üç saat süren bir epik filmle karşılaştırmaya kalkarsak yanlış yapmış oluruz. Çünkü “Destiny of a Man” sadelik ve mütevazilik üzerinden yol olmaya çalışan bir film. Sade ve mütevazi demişken yeri geldiğinde devrimci vurguları yapmaktan ve geleceğe misyonlar biçmekten de geri durmayan bir film olduğunu belirtelim.
Film savaştan kısa denilebilecek bir süre sonra çekildiği için görsellik anlamında da o atmosferi yakalamakta gayet başarılı. Bu blogda işlediğim tüm Sovyet filmlerinin hayranlık uyandıracak sinematografisi bu filmde de mevcut. Bazı acemilik kokan teknik sahneler dışında bir kusuru olmayan bir film bana göre. Ama “Ballad of a Soldier”ın sahip olduğu olağanüstü seyirciyi kavrama yeteneği bu filmde mevcut değil diye düşünüyorum.