Bu yazı, filmi izlememiş olanlar için filmin sağlıklı izlenmesini engelleyebilecek bilgiler içerebilir.
Yılmaz Güney’den dinliyoruz:
Kontrol aşamasını senaryodan başlatıyordum, nitekim ondan sonra 60-70 sayfalık senaryolar yerine ben başladım 250 sayfa yazmaya. Yani yönetmenin neyi nasıl çekmesi gerektiğinden oyuncunun nasıl oynaması gerektiğine ve sahnenin duygusuna kadar her şeyi her şeyi yazıyordum. Bu da yetmiyor, yönetmenle hapiste görüşmeler yapıyor, bütün filmi anlatıyordum, oyuncuyu çağırıp ona nasıl oynaması gerektiğini gösteriyordum, kamera açılarını bile tek tek çekimlerden önce belirliyordum. Ama bana bunlar da yetmiyordu, sette ne olup bittiğini anlamalıydım, çünkü yeterli bütçem yoktu, yapılacak bir yanlış geri dönülmez vahim sonuçlara bizi sürükleyecekti. Zaten Sürü, Düşman ve Yol filmlerinin çekimine katılan arkadaşlar, ne kadar kıt koşullarda bu filmlerin çekildiğini çok iyi bilir, hatta arkadaşlar o setlerden zayıflayarak dönüyorlardı. Bu nedenle sette bizzat benim görevlendirdiğim ve nelere dikkat edip rapor halinde bana göndermelerini isteyeceğim arkadaşlar vardı, ayrıca bir de set fotoğrafçısı, bu arkadaşlar her olayı her çekimi ayrıntılı olarak bana yazıyor ve görüntülüyordu. Diğer filmlerde diyelim ki işte setten 100 fotoğraf çekiliyorsa, bana 500 fotoğraf gönderecekti, bütün bunlar bana kurgu için çok yardımcı olacaktı, filmin gidişatını bu fotoğraf ve raporlardan anlıyordum.
1974’te girdiği hapishaneden (cinayet) 1982’de kaçana kadar hapishaneden film yöneten yönetmen lakabıyla tanınan Yılmaz Güney böyle tarif ediyor süreci. Bu sürecin ürünleri “Zavallılar”, “Sürü”, “Düşman”, “Yol” gibi filmlerin yönetmen hanesinde başka isimler yazmasına rağmen bu filmler her yerde bir Yılmaz Güney filmi olarak kabul edilirler. “Düşman”ı yaklaşık 15 sene önce bir yerlerde izlemiştim. Ulaşması çok zor olan bu filmi televizyondan bir daha izleyebildim.
Yılmaz Güney’in politik yeri yani işçi sınıfının tarihsel çıkarının yanında olması onun filmleri üzerinde etkiler bırakmıştır. İyi ki! Bir Yeşilçam starı ve uzaylı değil de insan olması dolayısıyla bu pozisyonla çelişkili bazı pratiklerde bulunmuştur. Benden duyun, sakıncası yok: Pek bilinmez ama kendisi bir dönem kumarhane açmıştır (Kaynak: Atıf Yılmaz’ın anıları). Bu hata aynı zamanda bizim de hatamızdır. Eleştirmek ve sahip çıkmak Türkiye’de sırtını birbirine dayamış ve farklı yöne giden iki insan gibi algılanır oysa hayır, eleştirmek ve sahiplenmek yan yana yürüyen, birbirlerini besleyen, birbirlerini doğruda durmaya zorlayan iki şey olmalıdır. Değerlerimiz ve tarihimizden bahsediyorum tabi ki.. Yoksa Said Nursi’ye böyle yaklaşamayız. Mutlaka sahiplenmemiz gereken düşmanın insafsızlığına bırakmamamız gereken değerli eserleri ve eylemleri vardır Güney’in. Zeki Ökten’in yönettiği 1979 tarihli “Düşman” filmi böyle bir filmdir.
Yılmaz Güney’in devrimci sinemasının en önemli filmi kabul edilen “Umut” filmi umudu yanlış yerde aramayın, üzülürsünüz mesajı veriyordu ama umut için bir adres göstermekten yoksundu. “Düşman” filmi siyasi bilinci iyice gelişmiş ve dünyayı Marksist bir bakış açısıyla kavrayabilen bir Yılmaz Güney eseridir. Dolayısıyla seyirciyi artık aç, açıkta bırakmıyor Güney. Filmin sonunda verdiği doğruda durabilmenin örneği öncesinde neler yaşanıyor neler..Film Çanakkale’de geçiyor. Alt gelir grubunun en trajik öykülerinden birini yaşıyor İsmail. Yani, bugünlerde hangi popüler dizide geçtiyse herkesin ağzında olan bir kullanımı gerçek anlamında kullanmamız gerekirse adamın dibi. Oldukça güzel karısı (Güngör Bayrak), kız çocuğu ve kaynanasıyla bakımsız bir gecekonduda yaşıyor. Açlık sıkıntısı bile var. Film bir amele pazarında başlıyor. Darwin’in evrim teorisini çağrıştıran bir atmosfer orası. Sadece orası değil tüm film bu atmosferi çağrıştırıyor. En uyumlunun en eğilip bükülenin ayakta kaldığı bir hayat. Bir de Dog-eat-dog (iti ite kırdırtma) dünyası. Aç kalmamak için belediyenin üç günlük, başıboş köpekleri öldürme işini bile yapmak zorunda kalıyor İsmail. Bütün yan karakterler trajedinin tam göbeğinde. Herkes birbirine düşman. Bu ortamda İsmail’in karısının artiz olma özlemleri ve bunun için yaptıkları niceliği niteliğe dönüştüren eylem oluyor. İsmail İstanbul’dan gelen komünist arkadaşının katkılarıyla bir aydınlanma yaşıyor ve gerçek düşmanın kim veya ne olduğunu kavrayabiliyor. Bu anlamda film çok değerli. Türkiye’de sınıf kini üzerine kaç film var sorusunun yanıtı acıklıdır ama “Düşman”ı bu kategoriye koyabiliriz.
Filmin eksiklikleri biçimsel. Zaten bunlardan dolayı memnuniyetsizliğini Güney de belirtmiştir. Bir tanıdığım Yılmaz Güney sineması için toplumcu ama gerçekçi değil demişti. Katılıyorum ama bu filmde yaşanılanları, cehennemvari hayat tasvirini hele hele sonrasında gösterdiği doğruda durma örneğini hiçbir Yeşilçam filminde göremezsiniz. Film Yeşilçam sinemasının limitlerini aşmak istiyor ama maalesef başaramıyor. Sınırları bir geçiyor sonra bir bakıyor ki tekrar çemberin içinde. Keşke Yılmaz Güney bugünlerde yaşasaydı gibi temenniler idealist bir bakıma ama filmin 1979’da çekilmesi hem talihsizliği hem de talihi. Kusurları ve erdemleriyle 1979’a ait bir film ve halka dost, egemenlere düşman ilerici bir film. El ver “Düşman”..