Bazı sorulara cevap vermekte oldukça zorlanıyorum. Örneğin hayatımda biri varsa “ciddi düşünüyor musun?” sorusu…Veya “İngilizce’n iyi mi?”, “Atatürk’ü seviyor musun?”, “Bi sorun mu var?”, “X filmi beğendin mi?” gibi… Bu soruların bazıları arka plan oluşturulmadan asla cevaplanamıyor. Bazıları da benim için sevimli değil. Başlıktaki soru da cevaplaması zor bir soru. Hem sevimli değil hem de arka plan oluşturmak gerekiyor.
Eylül ayıyla birlikte bütün yaz eli armut toplayan muhalif kesimler oldukça yoğun bir eylemlilik sürecine girdiler. 4+4+4 saldırısına yönelikti bu eylemler. Hemen hemen her gün bir tane, bazen günde iki tane hatta üç tane eylem-etkinliğe katıldığımız oldu. Bu yoğun programa elimizden geldiği kadar katıldık. Hepsine gidemedik tabi ki. İşte gidemediğimiz eylem-etkinliğin ertesi günü bazı dostlarımız başlıktaki soruyu yönelttiler. Eylem nasıldı?
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki bütün eylemler, kaç kişi geldiğinden bağımsız olarak, güzel ve değerlidir. Şimdi arka plan oluşturmaya başlayabiliriz. Kabaca iki tür eylem vardır: Biri müdahale edici diğeri de birikim yapıcı. Türkiye’de şu anda gerçekleştirilen eylemler çok nadiren müdahale edici olabilmektedir. Örnek vermek gerekirse 2007, 2008, 2009 yıllarında İstanbul’da diretilen 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkma eylemlerini verebiliriz. Her seferinde polisin sert müdahale etmek zorunda kaldığı bu eylemlerden sonra, halkın kararlılığını anlayan AKP geri adım atmak zorunda kalmış ve 2010 yılında Taksim’i vermek zorunda kalmıştı. Unutulmamalı ki bütün haklar birilerinin bir takım bedeller ödemesiyle alınmıştır. Yoksa burjuvazi zırnık koklatmaz, verdiğini de almak için hemen plan yapmaya başlar. Bugün biz 1 Mayıs’ta Taksim’e gidip şenlik havasında volta atıp geliyorsak, bu o bedel ödeyen insanların sayesindedir. O eylemler bir çeşit müdahaledir işte. Bugünlerde gerçekleştirilen eylem-etkinliklerse genellikle birikim yapmaya yarar bir pozisyondadır ve bu asla küçümsenmemelidir. Çünkü diyalektiğin yasası gereği nicelik niteliğe dönüşür. Hiçbir şey durup dururken, bir anda olmaz. Dolayısıyla örgütlü yaşam kültürü gereği, örgüt bir eylem kararı almışsa ona uymak gerekir. Bu, eylem kararı alınırken stratejik tartışmalara katılmamalıyız, ne çıkarsa koyun gibi gitmeliyiz anlamına gelmemeli. Aksine, eylem kararı alınırken eylemin getirileri ve götürülerini tartışmalıyız hatta eylemden sonra değerlendirmelere de iştirak etmeliyiz ama eylem anında orada olmalıyız ve eylemin değerini hissedebilmeliyiz. Biliyorum ki bu soruyu soran dostlarımız aslında büyük oranda kaç kişinin geldiğini öğrenmek istiyorlar. Eylemin niteliği niceliğinden önce gelmeli. Yalan söyleyecek değiliz, şu anda durumumuz çok çok iyi değil. Etkili bir kitleyi nadiren görebiliyoruz ama durum böyle diye evimizde oturup hele sol bir güçlensin de sonra ben sahneye çıkarım diye düşünmemeliyiz. Eylemin niteliğine dönecek olursak 1910’ların Rusya’sına bir bakmak faydalı olacaktır. O dönem iyice siyasallaşmış Rus işçi sınıfı bazen genel grevler yapıyordu. Genel grev…Yani yaşamı durduruyorlardı. Bugün Türkiye solunda birçok aktörün rüyalarını süsleyen bir olay. Büyük devrimci Lenin’se bu duruma muhalefet ediyordu. Genel grevi bir tür uzlaşmacılık bir tür erteleyicilik olarak değerlendiriyordu. Burjuvazi işçi sınıfıyla anlaşıp düzeni tehdit eden durumu ortadan kaldırıyordu. Lenin devrim imkanını yani iktidara el koyma imkanını sezebiliyor ve nihai kurtuluş için zorluyordu. Sonunda başardı hepimizin bildiği gibi. O gün için Rusya’da genel grev niteliksiz bir eylemdi, bugün Türkiye içinse çok büyük bir adım. Dolayısıyla, şu anda Türkiye’de işçi sınıfı siyasallaşmadığı için solun her türlü eylemde var olması ve o birikime katkıda bulunması gerekiyor. Böyle yaparsak kaç kişinin geldiği sorunsalı süreç içerisinde önemsizleşecektir. Tarihsel sorumluluk bunu gerektirir.