*Sinemada film izlemeyi çok sevmem. Birincisi insanlar duyarsız. Toplu yapılan etkinliklerde kendi aralarında konuşanların üzerine benzin döküp onları yakmak istiyorum. Sinemada da insanlar sohbeti, goygoyu eksik etmiyorlar. Cips, mısır gibi şeylerle gürültü çıkarıyorlar. Telefonlarını açıp ortalığı magazin programı stüdyosuna döndürüyorlar.
*Bazen sinemalar ara vermiyorlar. Çok büyük saygısızlıktır.
*Ayrıca para verip izlemeye değer çok çok az film gösterime girmektedir.
*Bilet 15 TL’dir. Yan masrafları da katarsanız sinemaya gitmek bayağı masraflı bir iş olmaktadır.
*Zaten sinemayı sanat olarak gören insan sayısı çok azdır. Eğlence aracı olarak görüyorlar veya birisine yazılırken kullanılan bir araç.
*Filmleri dublajlı izleyenler TC Kimlik numaralarını, telefon numaralarını ve adreslerini özelden atsınlar lütfen. Kendilerini mahkemeye vereceğim. Dublaj, filmden % 40 götürür.
*Televizyondan da film izlemeyi çok sevmem. Açıkçası mecbur değilsem yapmam. İnternet çıktıktan sonra da pek yaptığımı hatırlamıyorum. Film izlerken durdurup bir şeylere bakma ihtiyacı hissediyor insan. Veya gidip bir çay koymak, su içmek, tuvalete gitmek gibi bir takım ihtiyaçlar oluşuyor.
*Şu andaki yöntemim Torrent programıyla filmi indirip, İngilizce altyazı ile izlemek. Filaş diksle televizyon üzerinden izliyorum.
*Bu televizyonu 2010 yılında aldım. Somali’nin yıllık hasılatını bayılmıştım televizyona. Dört ay sonra fiyatı dramatik şekilde düşmüştü. Ne zaman elektronik bir şey alsam öyle olur zaten. 2010 yılından önce bilgisayar ekranından izlerdim.
*2007 yılında sınırsız İnternet’e abone oldum. Ondan önce “divx” adlı filmleri satın alırdım. Arkadaşım Serkan Sarp’ı zengin etmişimdir. Bir de İzmir’de nicki “sidisi” olan bir elemandan çok siparişte bulundum. Bu elemanı ikna etmek çok zor olmuştu. Bir sürü röportaj falan yapmıştı. O yıllarda yasak olan bir işti sahte film satıcılığı. Hala öyledir de o yıllarda satıcılar ciddi tırsıyorlardı ve ciddi para kazanıyorlardı. Serkan’da piyasa işi filmler vardı daha çok. Sidisi’de muazzam bir arşiv vardı ve bütün az bulunur ama önemli filmler vardı.
*22.00’den sonra filme başlayamam. En ideal saat 19.00’dur. Bütün zaruri işler bitirilir, film izlenir ve yatılır. Tabi uzunca bir dönem sadece sinemayla ilgili bir blogum olduğundan dolayı, yazıyı da yazmak için süre gerekiyordu. O yüzden 19.00.
*Filmler ortalama 110 dakikadır. 120’nin üzerindeki filmler yorucudur. 90 dakikalık filmler hemen biteceği duygusunu yükler insana. Üç saatlik epik filmler için o günü harcamanız gerekir.
*Aki Kaurasmi adlı Finlandiyalı yönetmen bir filmin bir saatten fazla olmaması gerektiğini savunur. O yüzden onun filmlerini çok severim. Yıllarca blog yazarlığından dolayı film izleme işini biraz da görev bilinciyle yaptım. Kaurismaki filmini izleyip, işine gücüne bakabiliyordunJ
*Toplam 2000 tane film izledim. Tekrar izlediklerimle beraber sayı 2500 falandır. 90’lı yıllarda İnternet olsaydı, bu sayı ikiye katlanırdı. Sanırım Türkiye solunda en fazla film izlemiş kişi benim (bknz: narsizm, Halil Selimoğlu, merhaba)
*İzlediğim filmleri bir Excel dosyasında kayıt altına alırım. Şu anda orada 1400 tane film kayıtlı. Agah Özgüç’ün “Türk Filmleri Sözlüğü” adlı kitabındaki filmlerden hangilerini izlediğimi saymıştım. 450 tane falan çıkmıştı. Sinemada, televizyonda falan derken sayı 2000 olmalı. En çok izlediğim film Türkan Şoray’ın oynadığı “Sultan” adlı film olmalı. Bir sinemasever olarak işe başladıktan sonra en çok izlediğim film “The Big Lebowski” olmalı.
*Aslında bu işte pişmanlıklarım da vardır. “Yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim” türü cümleler bence İbrahim Erkal şarkısı olabilir en fazla. İnsan bazen aptalca hatalar yapar. Bunlardan pişman olması gerekir. Bu durumu en az hatayla kapatmaya bakmalı, bir daha yapmamak için bilinç biriktirmelidir. Bu kadar çok film izlemek yerine daha çok kitap okumalıydım.
*Bir yönetmenin iyi bir filmini keşfediyordum. Sonra bütün filmlerini izliyordum. Buna gerek yok. Örnek olarak aklıma Dario Argento geldi. “Suspiria” ve “Profondo Rosso” çıkmıştı karşıma. Yetmeliydi. Hepsi birbirinin tekrarı olan filmlerini izlemeye gerek yoktu. Hitchcock’un bütün filmlerini izlemeye gerek yoktu.
*imdb.com adlı siteye minnettarım. Açılımı Internet Movie Data Base. Amerika sinema seyircisinin düşük beğenisini yansıtır ama muazzam bir kaynaktır.
*Oradaki Top 250’yi bitirmeye çalışır sinemaseverler. İyi filmlerdir elbette.
*Film izlemeden önce bence imdb’deki özete bir bakmalı. Çünkü bazı filmlerin başlangıçları çok muammalı olup sizi olaydan kopartabilmektedir. Oradaki özetler efendice yapılmış olup, spoiler vermez kesinlikle.
*Bazı filmler berrak zihinle izlenmeli. Tarkovski, Bergman, Antonioni, Angelopulos filmleri örneğin. Kafada başka bir şey olmamalı.
*Woody Allen filmleri kafa dağıtmak için izlenebilir.
*Korku filmleriyle ilgili bir şeyler yazacağım. Bir kalemde silinip atılmamalı, zeka ürünü korku filmleri vardır ve tadından yenmezler. Bunlara 21.00 gibi başlanmalı ve izledikten sonra yatılmalı.
*Esnaflık yapmayacağım, yalnız film izlemeyi severim. Toplu etkinlik anlamında severim yalnız.
*Film tavsiye etmeyi de film tavsiyesi almayı da çok sevmem. Tavsiye ettiğin zaman, o kişi filmi beğenmezse insan kendisini kötü hissediyor. Tavsiye aldığın zaman da olmuyor. Zaten senin aklında merak ettiğin yüzlerce film var. O filmi izleyip o kişiye esnafça bir şeyler söylemen gerekiyor. Bir insana onun sevdiği şeyi sevmediğini söylemek kolay değil.
*Toplu etkinliklerde herkesi memnun etmek imkansızdır ki gayet doğaldır bu.
*Dokuz ve 10 puan verdiğim ama hiçbir şey hatırlamadığım filmler var. 65 yaşından sonra yeni film izlemeyi bırakıp, bunları tekrar izleyeceğim.
*Çocukken meslek olarak düğün salonlarında kameraman olmak isterdim. Şimdi de en büyük hayalim yönetmen olmak ama sadece hayal olarak var. Bunun için herhangi bir şey yapmıyorum.
*Uzun yıllar en sevdiğim film “Rear Window” diye ortalıklarda dolaştım. Şu anda bir film ismi veremem.
*Sinema, insana çok ucuz yoldan entelektüel olma fırsatı verir. İki buçuk senede deli gibi film izlersiniz, bunlar sayesinde araştırmalar yaparsınız ve bir entelektüel olarak ortaya çıkabilirsiniz.
*Bazı filmleri kağıt kalemle izlemeniz gerekebilir. Örneğin “Memento” veya Japon korkuları.
*Eski Türk filmleri tüplü televizyonlarda daha iyi görünüyorlar.
*Kısa film veya belgesel izlemeyi de çok sevmem ve bence onlar sinemadan sayılmazlar. Er meydanı uzun metraj kurmacadır.
*Oyuncuya yönelik film izlemedim hiç. Sinema, yönetmen sanatıdır. Oyuncu, filme önemli oranda katkıda bulunabilir ama en sipariş filmlerde bile yönetmenin tarzı filme egemen olur.
*Tamamlayamadığım çok az film oldu. “Cars”ı hatırlıyorum. “The Hunt for Red October”ı zorla zorla tamamladığımı hatırlıyorum. “The Seven Samurai”den de çok sıkılmıştım.
*Arşivimde bulundurmayı reddettiğim iki film oldu: “Cannibal Holocaust” (şerefsizler) ve “Pink Flamingos”.
*Önceden bu film CD’lerin saklardım. İnternetten önce para vererek almıştım bu sidileri ve dolayısıyla değerliydi. İnternet’ten sonra beş altı filmi bir DVD’ye yazıp arşivlemeye başladım. Sonra bir harici hard disk alınca oraya atmaya başladım. Baktım beş, altı tane ayakkabı kutusu oldu ve yer kaplıyor çok, attım çöpe. Zaten eşya atmaya çok meyilliyimdir. Bakıyorum bazıları plastik yoğurt kaplarını bile atmıyor…
*Artık filmleri hard diskte de saklamıyorum çünkü her türlü filmi yarım saatte indirebiliyorsunuz. Veya site üzerinden izleyebiliyorsunuz. 2000’li yılların arşivci zihniyetini muhafaza etmeye gerek yok diye düşünüyorum.
*Peşinde en çok koştuğum film “Sevmek Zamanı”, “Vesikalı Yarim”, “Zavallılar” (Yılmaz Güney) ve “Two Half Times in Hell” oldu. Sinan Çetin’in yönettiği “Bir Gün Mutlaka” adlı filmi ise hala bulamadım.
*Alakasız madde: Şimdi çay içince aslında su tüketmemiş mi oluyoruz gerçekten? Onunda mı vitamini kabuğunda?
*Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim.
*Devam edebilir. Neyse Sırma Doğan’ı arayayım. Geç arayınca trip atıyor J