Yorum bölümünde okuyabileceğiniz röportajında, “Neden Tarkovski Olamıyorum?” adlı filmin yönetmeni Murat Düzgünoğlu böyle diyor.
İtiraf etmeliyim ki geçtiğimiz hafta vizyona giren bu filme ben de ismi sayesinden yöneldim. Herhangi bir “şeyin” isminin çok önemli olduğunu belirtmiştik. Bir gazetenin, bir siyasi partinin, bir liderin veya iki insan arasındaki ilişkinin adı…Çok çok önemlidir. Filmin de öyle elbette. “Neden Tarkovski Olamıyorum?” gibi bir film ismi otomatikman milyonları dışlarken birkaç bini de cezbediyor. Gerçi böyle bir film, ismi “Sessizliğin Dansı” falan olsa da milyonları dışlar.
Kimdir Tarkovski?
Rus yönetmen Tarkovski dünyanın en önemli yönetmenlerinden biri olarak kabul ediliyor. Sovyetler Birliği’nin ortaya çıkardığı bir değer olan Tarkovski’nin filmleri yoğun dikkat isteyen filmlerdir. Yorar seyirciyi. Ortalamanın üzerindeki seyirciye hitap eder filmleri. Alışılmış bir kurgudan yoksun, birçok soru işaretleri barındıran, seyredilirken birçok disiplini göreve çağıran filmlerdir bunlar.
Sanat filmi bana göre oldukça problemli bir kavramdır ama böyle denince herkes ne kastedildiğini anlıyor. Sanat filmi kavramına olan itirazımı saklı tutarak Tarkovski’nin filmlerinin bu kastedilen şey olduğunu belirtmek istiyorum.
20’li yaşlarda izlemiştim Tarkovski’nin filmlerini. Hiçbir şey anlamadığımı hatırlıyorum. Bir daha üzerinden geçmeyi düşünüyorum. Bence 20’li yaşlar Tarkovski filmleri izlemek için erken yaşlardır. İstisnalarla gelmeyiniz lütfen. 20’li yaşlarda olunmasa bile bir Tarkovski filmi izlemek fena sayılmayacak bir entelektüel birikim gerektirir.
“HERKES SİNEMA YAPMAK İSTİYOR”
Filmdeki yönetmen karakter Bahadır’ın senaryosunu okuttuğu “eski solcu” yapımcı böyle diyor. Gayet somut bir gerçeği ifade ediyor aslında. Sinema yapmak isteyen parlak fikir sahibi yaratıcı insanlar var ama son tahlilde para konuşuyor ve halkın izleyeceği şeyler çekme zorunluluğu kendisini dayatıyor. Kültürel üretim söz konusu olduğunda bu somut gerçek er ya da geç ortaya çıkıyor.
Kültürel gelişmişliğe yüz birim dersek ülkemizde bunu ortalamasına kaç verirsiniz? Ben yedi veya sekiz veririm. Çok mu karamsar oldu? AKP Türkiye’sindeki normal olmayan insani erozyonla beraber ben bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Lise öğrencileriyle bir sohbet edin bakalım, göreceksiniz. Bu birimin 20 falan olduğuna dair düşünceniz oluşursa da lütfen beni arayın, koşa koşa yanınıza geleceğim.
Yönetmen Bahadır bana göre bu insani erozyonun hem sonucu hem itirazı hem de gözlemcisi.
“BIRAK BU HASSAS YÖNETMEN AYAKLARINI!”
Bahadır’ın yine iş bitirici, malın gözü arkadaşı da böyle diyor. Ona, para kazanması için TV dizileri ayarlıyor. STV gibi boktan kanalların çektiği boktan diziler vardır (diğer kanalların diğer dizilerine de haksızlık etmeyelim bu arada). Bahadır bunlara iş yapıyor. İşi yaparken elbette mutlu değil. Kız arkadaşının dediği gibi şu kapitalist Türkiye’de yaptığı işten memnun olan var mı?
Bahadır’ın ailesiyle olan ilişkisi de sorunlu. Babası, bu sanat sepet işlerini bırakıp “adam olması” gerektiğini düşünüyor. Bir baltaya sap olmak, sigortalı bir işe girmek, evlenmek ve çocuk sahibi olmak ona göre hayatın nihai hedefi. Annesi de bunları düşünüyor ama babası gibi kırıcı bir tarza sahip değil. Tarkovski olma potansiyeline sahip olduğunu düşünen 30 yaşındaki bir insanın eline annesinin 100 lira sıkıştırması hem filmin hem de kapitalist Türkiye’nin özetidir.
SANAT MÜTEVAZİLİK İŞİ DEĞİLDİR
Bahadır’ın yaşam tarzı da üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Bohem bir yaşam tarzı var. Biraz da kalender. Hırssız falan. Böyle de Tarkovski olunamaz. Dünyadaki bütün büyük sanatçılar çok iddialı, olağanüstü kişilerdir ve durup dururken keşfedilmemişlerdir. Bahadır, Tarkovski’nin “Stalker”ı oynarken sıkılıp tavla açan arkadaşlara sahiptir. Bunun suç olduğunu düşünmediği belirtmek isterim ısrarla fakat bu kadar büyük çelişkilerle Tarkovski olunamaz.
Film bence günümüz Türkiye sineması için çölde vaha gibi bir şeydir. Çok iyi bir gözlemcilik yeteneği var yönetmenin. Etrafında olup bitenleri çok iyi gözlemlemiş ve bunları etkili bir şekilde aktarmayı başarmıştır. Kara mizah denilen şey hakkı verilirse tadından yenmez. Bu filmde de bence bu gerçekleşmiş. Onlarca önemsiz gibi görünen ayrıntı maharetle birleştiriliyor ve ortaya estetik bir bütünlük çıkıyor.
Hala oynuyorsa mutlaka izleyin derim.