Dillere bir şekilde yerleşmiş klişe cümleler vardır. Bunlardan bazıları doğrudur ama bazılarının da bilimsellikle alakaları yoktur ve bunları çürütmek çok zor bir uğraştır. Futbolda da var bunlardan. Örneğin: Hayat fena halde futbola benzer. Yok ya! Hayat denilen şeyin ne olduğunu anlamak için önce kapitalist-emperyalist ilişkiler ağını iyice bir tahlil etmek gerekiyor. Ondan sonra da “Hayat futbola, hentbola, eskrime, masa tenisine falan benzemez. Tam tersi, bunlar hayata benzer. Tıpkı kültür, sanat, din, kadın erkek ilişkileri, İşçi ve İşveren Kanunu, 4+4+4 Kanunu gibi pek çok şey hayata benzer.” demek gerekiyor.
Danimarka yapımı “Italiensk for begyndere/Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca” adlı filmdeki Finn karakteri de sürekli futbol klişelerinden bahsediyor. Hayat fena halde futbola benzer düsturundan hareketle, olayları çözümlerken futbol deyimlerini kullanıyor. Çözümleyemiyor tabi ki. Dokuz kusurlu hareket ve penaltı, burjuva hukukunun ne olduğunu ve ne olmadığını açıklayamıyor.
Türkiye’de İskandinav ülkelerinin hayranı boldur. Oradaki insanların güzel ve kibar olduğunu düşünürler. Trafik kurallarına uyarlar. Oturmasını, kalkmasını bilirler. Demokrasi memokrasi falan da vardır. Dolayısıyla, hayatta “adam olmayacak” bu ülkeden kaçıp oralara yerleşmenin hayalini kuran bir dolu insan vardır ülkemizde. Fakat sömürü düzeninin orada da işlediği, sınıflı toplum yapısının muhafaza edildiği, dünyanın geri kalanına yönelik talan politikalarının oralardan da üretildiği es geçilir. Irkçılık da vardır oralarda.
Danimarka gibi kibar ve güzel insanların ülkesinde, bir stadyumun çevresindeyiz. Bu filmdeki karakterlerin hepsi proleter. Hepsi stadyumun çevresindeki işyerlerinde çalışıyor. Kimisi otelde, kimisi restoranda, kimisi berberde… Kimisi de kilisede diyemeyeceğiz. Din görevlisine “proleter karakterli” demeyeceğiz.
Ülkenin Danimarka olması sömürüyü engellemiyor. Eziliyorlar, sömürülüyorlar, işten atılıyorlar, hakarete uğruyorlar. Onları bir İtalyanca kursu birleştiriyor. Bir gün hocaları ölüyor. Futbol tutkunu ve oto-kontrol yoksunu Finn hoca oluyor.
Filmde futbol teması çok yoğun bir şekilde kullanılmıyor. Finn’in saçma sapan diyaloglarında ve anılarında geçiyor futbol. Diğerleri onun bu tutumunu çok ciddiye almıyor. Bu anlamda iyi bir film. Futbol layık olduğu yerde yani. Futbolun, hayatın anlamı, evrenin sırrı yapılması kabul görmüyor.
Film sadece bu anlamda iyi değil başka bir sürü takdir edilesi yanı var. İlk bakışta bir aşk filmi gibi görünüyor. Bu filmde aşk, klasik Hollywood romantik-komedilerindeki gibi hayatın yegane anlamı olarak sunulmuyor. Emekçiler elbette ki aşık oluyorlar ama aşk filmde olması gerektiği kadar işleniyor. Bunun ötesinde sömürü ilişkileri masaya yatırılıyor. Bizi “yakanın” karşı cinsten biri (aynı cinsten biri de olabilir elbette) değil karşı sınıfın tümü olduğu teşhir oluyor.
Sınıfsal perspektif, din görevlisi Andreas karakteri söz konusu olduğunda da fena değil. Andreas’ın kafası karışık. Bazı trajediler yaşamış. Onun dini, ona bu dünyaya acı çekmek için geldiğini söylüyor. Yersen! Yiyenler var ama Andreas yemiyor. Yememek için mücadele etmeye hazırlanıyor en azından.