Yavaş yavaş Türkiye’de de oluşmaya başladı. Cumartesi günleri Avrupa insanı için “özeldir”. Bütün hafta boyunca çalışan Avrupa işçi sınıfı, o günü “eğlenmeye” ayırır. Akşam mutlaka bara gidilir. Belirli bir insanla duygusal bir bağ yoksa mutlaka o barda birisiyle yakınlaşma yaşanır. Varsa da yaşanabilir. Gündüzse özellikle İngiltere’de maça gidilir. Hatta İngiltere’de hala maçların büyük oranda cumartesi gündüz saatlerinde oynanmasının bu sebepten olduğu ileri sürülür. İngilizlerin bu geleneğe sahip çıktıkları doğrudur fakat liglerinin dünyada maddi olarak en değerli lig olmasına, pazarlama konusunu “halletmiş” olmalarına hiç değinilmez. Pazarlama konusunda problem olsaydı acaba bu “geleneğe” ne kadar sahip çıkardı İngiliz muhafazakârlar?
23. futbol filmimizin adı “When Saturday Comes/Cumartesi Geldiğinde”. İngiltere’nin Sheffield şehrinde geçiyor. 1857 tarihinde kurulan ve dünyanın en eski futbol takımı olarak bilinen Sheffield United da filmin oyuncu kadrosunda yer alıyor. Birinci paragrafta andığımız cumartesi ritüellerini yapan bir genç erkeğin başından geçenler filmin konusu.
Film, Jimmy’nin 16 yaşında okuldan atılma sahnesiyle başlıyor. Jimmy yolunu çizmiş görünüyor. Bir proleter olacaktır. Sonra birden on sene sonrasına atlıyoruz. Jimmy, bir işçidir. Bardaki arkadaşlarıyla beraber futbol oynar. İyi ilişkiler geliştirdiği bir erkek kardeşi bunun aksine arasının kötü olduğu bir babası vardır. Çelişkiler, çatışma ortamları hazırdır. Aşksız film olur mu? Bize göre olur, vardır da ancak ana akım sinemada bu çok ender görülen bir şeydir. İş yerinden genç bir kadını “ayarlar”. Artık film başlayabilir.
Bunun için başkarakterde bir değişiklik olması gerekiyor. O değişiklik de Jimmy’nin bir üçüncü lig teknik direktörü tarafından keşfedilmesi. Jimmy artık amatör bir oyuncu oluyor. Bu esnada film sınıfsal çelişkiler üzerine gider gibi yapıyor. Azıcık ama. İşçi sınıfının uğradığı sömürünün korkunçluğu az da olsa resmediliyor. İnançlı olsak, “bunu bulamayan da var” diyerek şükredeceğiz. Jimmy’ye sömürüyü yansıtan bir ustabaşı var örneğin. Aslında o da emekçi karakterli ama patrona yaranmak için işçilere çok kötü davranıyor. Bu sermaye uşağının karşısında emekçilerin dayanışmacı bir tutum almaları nasıl desek “hiç yoktan” iyidir. Erkek kardeşinin madende ölmesi de filmin işçi sınıfı siyasetine olan yakınlığını gösteriyor ama dediğimiz gibi bu yakınlaşma oldukça sınırlı. Yani hiç yoktan, bir birim falan üstlerde.
Sonra film “bay başarı hikâyesi” filmine dönüşüyor. Üçüncü ligden birinci lige transfer oluyor Jimmy. Bugün 26 yaşında birisinin asla yapamayacağı bir şey yani. Artık bu aşamadan sonra film, işçi sınıfı için zararlı bir materyale dönüşüyor. Bıkıp usandığımız, bireysel yırtma hikâyesine dönüşüyor film. Bu filmlerin verdiği tahribat hesaba katılmalı. İşçi sınıfına, derli toplu, örgütlü, kararlı bir mücadeleyi değil de milyonda bir ihtimal olan bireysel yırtmaları seçenek olarak sunan filmler zararlı sonuçlar doğururlar. Bu da onlardan birine dönüşüyor.
Peki, cumartesi geldiğinde ne yapılmalı? Maça gidilebilir. Bara da gidilebilir. İtirazımız yok fakat bir alternatif de soL gazetesinin meydan satışlarına dahil olunabilir. Sovyetler Birliği’nin var olma savaşı verdiği yıllarda yaptığı “Komünist Cumartesiler”in bir benzeri yaratılabilir. Çok da iyi olur.