Maradona’ya sormuşlar: “Futbolcuların stadyumlarda yaşadığı stresle ilgili ne düşünüyorsunuz?”
O da “Stres mi? Ne stresi! Asıl stresi günde 12 saat çalışıp eve ancak beş paseta götürebilenler yaşıyorlar” demiş. Elbette insan psikolojisinin üzerine etki eden çok şey vardır ama yılda milyonlarca avro kazanan futbolcuların yaşadıklarıyla Maradona’nın tarif ettiği insanların yaşadıklarını karşılaştırmaya kalkmak saçmalıkla hakaret arası bir yerdedir. Hatta hakarete daha yakındır diyebiliriz.
O da “Stres mi? Ne stresi! Asıl stresi günde 12 saat çalışıp eve ancak beş paseta götürebilenler yaşıyorlar” demiş. Elbette insan psikolojisinin üzerine etki eden çok şey vardır ama yılda milyonlarca avro kazanan futbolcuların yaşadıklarıyla Maradona’nın tarif ettiği insanların yaşadıklarını karşılaştırmaya kalkmak saçmalıkla hakaret arası bir yerdedir. Hatta hakarete daha yakındır diyebiliriz.
Sinema tarihinde üçlemeler vardır. Bunların başarılı olanları azdır. Çünkü bu üçlemeler genelde ilk filmin popülaritesini ranta çevirmek isteyen başarısız, zorlama projelerdir. Bu üçlemelerden futbolla ilgili olanı da vardır. 2005, 2007 ve 2009 yıllarında çekilen üç filmin oluşturduğu “Gol Üçlemesi” bugünkü yazımızın konusu. Projenin üçleme olarak çekileceği baştan ilan edildiği için projeyi “dürüst” olarak nitelendirebiliriz. O yılların büyük futbolcularının bazı sahnelerde görülmeleri de yüzleri gülümsetiyor. Üçlemeyle ilgili yapabileceğimiz bütün olumlu yorumlar bu kadardı.
Üçleme, Meksikalı Santiago Munez adlı bir futbolcunun yaşadıklarına odaklanıyor. Birinci filmde, bir lokantada komilik yapan amatör futbolcu Santiago yine kendisi gibi “kaybeden” bir menajer eskisi tarafından keşfediliyor ve New Castle United’a transfer oluyor. Filmde işlenen bu süreç stresli bir süreç ama Maradona’nın beğenmediği türden bir stres süreci diyebiliriz. Bazı mağduriyetler de yok değil fakat bunları AKP’nin 2007 öncesinde pazarladığı mağduriyetlere benzetebiliriz.
İngiltere’de bir Tsubasa performansı sergileyen Munez ikinci filmde Real Madrid’e transfer oluyor. Burada da pahalı arabalar ve güzel kadınlar “mağduriyetlerine” maruz kalıyor. Bunların bizim cinsiyetçi yorumlarımız değil filmin bakış açısı olduğunu belirtmek isteriz. Munez Madrid’te bir mağduriyetimsi de yaşamıyor değil. Futbolcu sağlığını hiç düşünmeyen sistemden kaynaklı bir sakatlık yaşıyor ve bir, iki ay top oynayamıyor ama bu esnada bankaya milyonlar yatmaya devam ediyor. Bu mağduriyetten, geçen hafta Zonguldak’ta ölen maden işçilerinin ailelerine bahsetsek ne derler acaba?
Üçüncü film içinse zayıf serinin en zayıf filmi diyebiliriz. Tüm filmi “hadi koçum, yapabilirsin!” şeklinde özetleyebiliriz. Sanırım Munez’i oynayan oyuncu iyice popüler olduğu için programı dolmuş olmalı. Çünkü ilk iki filmin “Bay Başarı Hikâyesi” bu filmde oldukça önemsiz bir yan karakter pozisyonunda.
Bu “Bay Başarı Hikayesi” tespiti, bu tür filmlerin işlevleriyle ilgili gayet iyi ipuçları veriyor. Kof kahramanların idealize edildiği filmler sadece eğlencelik bir araç olmaktan öte ideolojik bir silah da olabiliyorlar. Üçlemede bir yerde, yoksul çocuğun annesi futbolcu Munez’i örnek göstererek çocuğuna açıkça “Onun da hiçbir şeyi yoktu. Sen de başarabilirsin” diyor. O yoksul çocuğun neden hiçbir şeyi olmadığını sorgulaması yerine bu uç örneği kendisine rol model biçmesi burjuvazinin arayıp bulamayacağı bir şeydir. Futbol dünyası bu uç örneklerin, bu sahte rol modellerin en çok bulunduğu alanlardan birisidir. Bunları parlatan “Gol Üçlemesi” gibi projeler de milyonlarca dolarlık bütçeler bulmakta zorluk çekmiyorlar.