GÜVEN UYGUN’LA BİR GÜNÜN ARDINDAN 3 veya DİNAMİK BİR GÜNDÜ

Ünlü halk aydını Kadir Taşdelen’le yaptığımız gezileri kayıt altına alıyoruz. Aynı şekilde ünlü sendika aktivisti Güven Uygun’la da kayıt altına alınan etkinliklerimiz mevcuttur.
Bu etkinliklerin birincisi Düzce’de ikincisi İstanbul’da gerçekleşmişti.
Düzce…
İlk yazıda da Düzce’ye giydirmiştik. İsmiyle bu kadar uyumlu bir yer daha var mıdır? Hayata karşı düz bir bakışı var Düzce’nin. Not: Sivaslıyım.
Ama doğası çok güzel.
Bizim etkinliğin amacı da zaten güzel doğa olaylarını görmekti.
Cuma akşamı yollandım. Yeni oto teybim filaş dikslidir. İçinde 700 tane her telden parça vardır. Bazı parçaları goygoy olsun diye koydum. Yani arabada giderken olağanüstü bir müzik çalıyor sonra alakasız bir müzik çalıyor ve yolcu koltuğunda oturan kişi şaşırıyor, eğleniyor. İnsanları eğlendirmek istiyorsanız onları biraz sarsmanız lazım. Biraz ama fazla değil. Önce Kemal Dinç (RA)dan “Yağmur Yağar”ı dinliyorsunuz sonra Seda Sayan’dan “Ah Geceler”i…
Araba sürerken sizi kendinizden geçirecek müzikler dinlemek tehlikelidir. Umarım bir gün bu şekilde kaza yaparak ölmem. Bir iki kere müziğe kendimi kaptırıp önümdeki arabaya tıklamışlığım vardır. Bir keresinde Beykoz’un dar yollarında Erdal Erzincan (SAV)dan “Yayla Yolarında Yürüyüp Gelir”i dinlerken koptum ve önümdeki arabaya hafifçe tıklattım. Bu eserdeki bağlama kullanımı beş numara 10 yıldızdır.
Neyse bu müzikleri dinleye dinleye Düzce’ye yollandım. Eve vardığımda patlıcanlı bir şey beni bekliyordu. Sonra da Hatay künefesi. Bugüne kadar künefe yemediğimi fark ettim. Sonra çok yediğimizi için Güven Uygun çıkıp bir tur atmayı teklif etti. bir nevi vicdanını rahatlattı. Bir “ister dövün ister sövün” yazısında fikrimi belirtmiştim. Zayıflamak için temel kural yememektir. Spor olsa da olur olmasa da. Hiçbir faydası olmayan, boş bir iş olduğunu iddia etmiyorum elbette ama asıl yapılması gereken şey yememek fakat Güven’i yazdan beri epeyce zayıflamış gördüm. Zaten istatistikler de aynı şeyi söylüyor. Artık üç haneli rakamlarda değil kilosu. 99 olmuş. Ben geleceğim diye rejime ara vermiş. Normaldir ama sadece cumartesini tam anlamıyla birlikte geçireceğiz diye perşembeden salıya rejim değişikliği yapmasaydı iyiydi J
Dinamik gün başladı. İddialı bir kahvaltıyla elbette. O gün 23 Nisan’dı. Küçük şehirlerde milli bayramlara katıldınız mı hiç? Taşranın bunaltıcı havası bir günlüğüne de olsa dağılır. İnsanlar düğüne, bayrama gider gibi giyinirler ve “farklı” bir gün yaşanır işte. Herkes memnundur. Bu arada bu dediklerim 23 Nisan ve 19 Mayıs için geçerlidir. Bu bayramların korunmasına ama geliştirilmelerini arzu ediyorum. Resmi ideolojinin ve milliyetçiliğin yeniden üretilmediği, tarihi üfürüklerin olmadığı bir hale sokulabilirler mi? Cevap sizin. Uzun zamandır taşrada 23 Nisan görmediğim için stadyuma gitmeyi arzu ettim ama sanırım geç kaldık.
EFTENİ GÖLÜ
Doğu Marmara havzasında iyi göller var. Bolu’da çok iyileri var. Düzce’de de varmış. Bu Efteni Gölü merkeze yakın bir yerde. Kenarına bir tesis koymuşlar. Ne kadar az şerefsiz olduklarını bilemiyorum, bir şey söyleyemem size (yani yazar burada Türkiye’deki hizmet sektörüne gömmektedir. Şerefsiz olmayan mekan çok çok az demek istemektedir.) 
Burası kuşların da göç alanı üzerindeymiş. Manyas’taki deneyimi hatırladım birden. O kuşları izlemek büyük bir keyifti. Burada da bir gözlem kulesi var ama tedarikli gelmediğimiz için böyle bir şey yapamadık. Meraklısı araştırsın ve bu eylemi gerçekleştirsin bence.
Sonra günün anlam ve önemi olan Güzeldere Şelalesi’ne doğru yollandık. Bazen çok tembel oluyorum. “şelalesi” yazarken ş’yi büyük yazmak ve sonra gelen eki kesme işaretiyle ayırmak ölüm gibi geliyor şu anda. Yani acısız bir ölüm sunsalar tercih ederim şerefsizim.
Buranın yolu ayrı bir güzel. Dar ve dik bir yapısı var. Manzara muazzam ötesi. Yolun ortasında bir tesis var. Az şerefsiz oldukları izlenimi bıraktılar bende. Kendi yiyecek içeceğini getirip orada kahvaltı yapabiliyorsun. Güven düzeltsin yanılıyorsam. O tesiste durulup manzaraya mutlaka bakılmalı.
Sonra mekana geldik. Girişte para alıyorlar. Bir de tesis inşası var. Muhtemelen orada, dağ başına elin mahkum olduğu için geçirecekler. Aşağıya doğru inmeye başladık.
O yolu çok beğendim. Taşlarla, estetik bir yol yapmışlar. Yanlarda oturacak ve resim çektirecek, üzerinde bankların olduğu platformlar yapmışlar. Bu arada tekrarlayalım, ben artık her şeye resim diyeceğim. Uğraşamayacağım fotoğraf demek için kendimi kasmakla. Güven’in getirdiği kuru yemiş, muz ve elmaları biran önce tükettik ki yük olmasınlar. Nasılsa yiyeceğiz. Bu arada muz ile ilgili ne düşünüyorsunuz. Ben çocukken sadece yılbaşlarında yenilen bir şeydi. Çok pahalıydı ve olağanüstü bir lezzeti olduğu düşünülürdü. Şimdi elmadan ucuz. Ben küçük yerli muzları seviyorum. Güven ise keser sapı gibi olan ithal muzları seviyormuş. Neyse yedik ve yavaş yavaş aşağıya doğru yürüdük.
Ses geliyordu. Birazdan da görüntü geldi. En son 2003 yılında Sinop, Erfelek’te bir şelale görmüştüm. Şelale ile ilgili ne düşünüyorsunuz? İnsana doğa karşısında ne kadar da çaresiz olabileceğini hissettiriyor. Veya elinize aldığınızda esnaf esnaf duran suların, bir araya gelince nasıl da devrimci bir şekle bürünebileceğini görüyorsunuz.
Güzeldere, Türkiye’nin en yüksekten akanı imiş. Güven’in dediğine göre de o gün oldukça coşkuluymuş. Çok etkilendim doğrusu. En dibine kadar gittik. Yasak olan yere yani. Şu tırıvırı yasakları delmek konusunda bizim Anadolu insanı dünyada en iyisidir. Orada iyi videolar çektik. Doğaya doyduk. Geri dönme vakti. Sanki o yolu geri çıkmak çok zor olacakmış gibi bir izlenimimiz vardı. Bana göre hiç zor olmadı. 99 kiloluk Güven’i bilemem. Yol üzerinde gördüğümüz ve boyu Güven’en kısa olan ama göbeği 50 kilo gelen adam bayağı zorlanıyordu. Sanki bir gün önce Somali’nin bir günde tükettiği kadar yemek yemiş gibiydi.
Dönüyoruz. Gölyaka’dan bir bira aldık. Arabada giderken bira içmeye bayılırım ama yasak bir şey. Düzce’de çok iyi bir dönerci varmış. Döner dinine inanırım. Deneyelim dedik.
Bence koyun eti en güzel et. Döner yüzde yüz danadan yapılmıştı. Bu anlamda alanında iddialı idi ama ben döneri mümkünse hepsi koyun eti olmuyorsa karışık bir şekilde severim. Bir önceki etkinlikteki ıslama köftenin yaptığı etkiyi yapmadı. O zaman aşırı dozda dopamin salgıladığım için kendimi el arabasıyla acile götürmüştüm. Yedik ve mutlu olduk.
Sonra ev.
Bu kadar yemeğin üstüne ben akşam yemeği yemem dedim Güven’e. Normalde de 17 tane çilek mesela benim için akşam yemeği anlamına gelebilir. O gizemli kelimeyi mırıldandı: Kısır…
Kısır, Hatay künefesi ve çay…
Güven’in eşi Pınar bunları yapacak durumda değildi. O zaman Güven’in arkadaşı Meryem Oruç’un evine gitmeliydik. Bağlama ile birlikte zira Meryem aynı Güven gibi çok iyi bir sese sahipti fakat ev arkadaşı Elif türkülerden diskinen biriymiş. Dinamik gün dinamik bir geceye dönüştü. Türkü, alkol, kısır, çay, künefe ve nitelikli goygoy başladı. Türkü dışında hepsini sevdiğini düşündüğüm Elif daha fazla tahammül edemedi ve kömürlüğe kaçtı. Biz utanmazca devam ettik halk müziği faşizmine. Sonra işte dinamik gece de bitti.
Ertesi gün sabah oldu. Pınar bana bir takım Hatay ürünleri önerdi. Özellikle Hataylı anne turşusuna hayır diyemezdim. Gerçi bu konularda hiç esnaf değilimdir bilakis ölücüyümdür. Bence Güven’lerin evindeki Hatay ürünlerini yağmaladım ve geri döndüm İstanbul’a.
Böyle bir dinamik gündü işte.
Not 1: Yazım yanlışlarına bakamayacağım. İşim var.
Not 2: Perde takma işine bayılırım (kinayenin allahı)
Not 3: Kısa sap bağlamaya kelepçe takınca bence iğrenç bir sound ortaya çıkıyor ama yapacak bir şey yok tabi.
Not 4: Düzce’de yıllar sonra kendime parfüm aldım. Parfümle ilgili ne düşünüyorsunuz? Kendinize yakışanı bulursanız çok iyi bir şey.
Not 5: İnsanlar canlarını sokakta bulmuşlar. Yolda giderken öyle mal hareketler yapıyorlar ki…
Not 6: Leicester City bir daha şampiyon olursa kafamı keserim.
Not 7: Türkiye’de iki milyonun üstünde nüfusa sahip iller; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Konya.

Not 8: “Taksim devrimcilerin namusudur” gibi söylemler bence zararlı. Bir kere namus gibi kavramlar feodal kavramlardır ve onlarla devrimcilerin işi olmaması lazım. “1 Mayıs’ta Taksim’deyiz” deyince ne oluyor? Örgütlülerin bile yarısı gelmiyor. Toplam 950 kişi falan geliyor ve bunlar polisle “çatışmıyorlar”. Çatışma diye bir şey yok. Polis gaz atıyor. Gazı yiyince de mecbur bulunduğun alanı terk ediyorsun. Gidiyorsun yani. Sonra da iş bitiyor. Yolları kapandığı ve televizyon izlediği için şımarık halk, solcularla arasındaki mesafeyi biraz daha arttırıyor. Yani işçi sınıfı değil AKP kazanıyor gerçekte. Fakat 1 Mayıs’ın yüz binlerce alıcısı vardır. Bunlara ulaşıp bunları solculaştırmak varken neden aslında kimsenin gönüllü olmadığı bir tiyatro oynansın ki. Mustafa Kemal, Hatay için “bir sancak için memleketin 60 vilayetini feda edemem” demiştir örneğin. Not içinde not: İnsana yakışan düzenin sosyalizm olduğunu düşünüyorum.    
Bu yazı güven uygun, kişiler kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.