İşte böyle afişleri seviyorum. İddiasız, gösterişsiz, kendisine has. Tıpkı film gibi. Bugün yaptığım sınavda, bir diyalogdaki Alman karaktere Rainer ismini verdiğimi fark ettim. Rainer Werner Fassbinder’den film izlemeyeli yaklaşık bir sene falan oldu. Yine kafalar allak bullak oldu. Demirkubuz’la Fassbinder çağdaş olsalardı ve birbirlerinin filmlerini izleselerdi onaylayacak çok şey bulurlardı herhalde. En başta da insanı huzursuz eden sinizm. Topluma ve özelde insanoğluna duyulan nefret. Kurtuluş umudu taşımayan, bütün kişi, kurum ve kuruluşlara düşman bir sinema bu. Daha önce izlediğim Fassbinder filmlerinde gözlemlediğim faşist ikili ilişki mevzusu “Händler der vier Jahreszeiten/Dört Mevsim Satıcısı” için de geçerli. Fassbinder kadın-erkek veya aynı cinslerin ilişkilerinde ufak çaplı bir faşizm yaşandığını düşünüyor. Aile bireyleri arasında da faşizm olduğunu söylüyor. Anarşizme yakın bir duruşu var. Bu filmde genel misantrofiden (insan soyundan nefret etme) ziyade misogyny (kadın türünden nefret etme) de gözlemledim ben. Hans’ın sorunlarının kaynağı olarak işaret edilen merciinin annesi olması sonra da başına her türlü belayı getirenin eşi olması beni bu düşünceye itti. Bu yaşananlar, tam tersinin de olabileciğini kabul ederek, sık görülebilen sonuçlar. Hans karakterini ele alalım. “Five Easy Pieces“deki Jack Nicholson karakterine benzer bir hikayesi var. Burjuva bir ailede dünyaya gelmesine rağmen, o dünyanın kendisine sunduğu kodları reddederek mutlu olabileceği bir hayat arayışı içine giriyor. Otomobil tamircisi olmak istiyor örneğin. İnsanlığa somut bir faydası olsun istiyor herhalde. Sonra bütün bunlar bir şekilde gerçekleşmiyor ve arabesk bir hayat sürmeye başlıyor. Kendisi de bayağı bir faşistçik oluveriyor. Peki bütün bunların sorumlusu o iki kadın mı? Onları şekillendiren değerlerin, süreçlerin hiç mi suçu yok? Bu şekilde değerlendirmek bana kolaya kaçmak gibi geliyor. Bu düzenin insanları olumsuz bir durumla karşılaşınca hemen onu kahrediyor. O olumsuz durumu ortaya çıkaran süreçle, etmenlerle sebep sonuç ilişkisi kurarak hiç ama hiç hesaplaşmıyor. Fassbinder ve Demirkubuz karakterleri de tam olarak bunu yapıyor. Bu filmde Fassbinder’in biraz özentisiz davrandığını düşünüyorum. Gerçi sinema otoriteleri Fassbinder sinemasının Camp estetiğini öne çıkarmaya çalıştığını söylüyorlar. Yani bilinçli seçilen bir bayağılık, kalitesizlik. Sofistike olmayı reddetme hali. Fassbinder bu filmde gerçekten böyle mi yaptı yoksa 70’li yıllardaki o yoğun üretim döneminde özentisizce mi bu filmi çekti? Bu sorunun cevabı seyirciye kalmış. “Angst essen Seele Auf/ Ali: Korku Ruhu Yer”in (1974) adında kasıtlı bir dilbilgisi hatası yapması, Fassbinder’in camp estetiği uygulamaya çalıştığına dair bir delil olarak kabul edilebilir ama bu filmde böyle bir delil yok bence. “Üçüncü Sayfa”da Zeki’ye yaptığım naniği burada da Fassbinder’e yapacağım. Bu filmi benim yazım dolayısıyla izlerseniz veya bir şekilde izlemişseniz, lütfen neden hayat böyle diye beyin jimnastiği yapınız.
Facebook Hesabım
Ben kimim?
Mesleğim İngilizce öğretmenliği olmakla beraber, bu sitenin İngilizce öğretmenliğiyle alakası yoktur. 2008 yılından beri blog yazarlığı yapıyorum. İlk başlarda sadece sinema yazıyordum. Sonra daha çok siyaset yazmaya başladım. İki, üç senedir ise (şu anda 2016'nın sonundayız) "her şeyi" yazıyorum. Sitenin üstündeki görselin altında yer alan sekmeler benim ilgi alanlarım ve bu alanlarda yazılar yazıyorum. Eski yazılarım, yeni yazılarım hepsi bu sitede olacak artık. Keyifli okumalar dilerim... Baran DoğanSinek İkilisi Ne Demek?
Sinek ikilisi, briçteki en değersiz kağıttır. "Sinek ikilisi muamelesi yapmak" gibi bir deyime malzeme olmuştur. Birisini önemsememek anlamındadır. Kendimle dalga geçmeyi sevdiğim için bu ismi tercih ettim.Yazı Arşivim
-
Son Yazılarım
- Yeşil Peri Gecesi 15 Aralık 2024
- Ferdi Tayfur Türkiye’dir! 7 Ekim 2024
- Toza Sor 23 Haziran 2024
- “Güven” 15 Nisan 2024
- Her Şey Sınıfsal Mı? 14 Nisan 2024
Bazı Eski Yazılarım