*Geçenlerde bir insanla Safranbolu (ve dolayısıyla Karabük)-Bartın-Amasra seyahati yaptık. İzlenimlerimiz paylaşıyorum.
*Daha önceden Safranbolu’ya gitmiş ve izlenimlerimi fotoğraf albümü olarak sunmuştum. Bu “Harika Bir Gündü” serimizin dördüncü elemanıydı kendisi.
*O zamanlar fotoğrafları kendi çektiğim fotolardan hazırlamak gibi bir düşüncem vardı. Sonra bu saçma düşünceyi terk ettim. Not: Üç ayda bir, bir saçma düşünce terk ederim. İnternette süper fotoğraflar varken neden kendi çektiğim berbat fotoları kitleye dayatayım ki? Işık iyi olmuyor, fotoğraflamak istediğiniz nesnenin önünde sapiensler veya Renault 12’ler oluyor falan…
*Bu gezinin fotoğraf albümünü hazırlayamayacağım.
*Yolculuğumuz sabah yedi buçukta başladı. Arabayla gittik oraya. Aslında beşte başlanabilseydi daha iyi olurdu ama çok yorgun ve uykusuz olunuyor o halde de.
*Marmara Bölgesi’nin Ege’den sonra en güzel bölge olduğunu düşündüğümü yazmıştım. Mükemmel manzaralar eşliğinde kaykıldık. E5 şehrilerin içinden geçtiği için manzarası otobana göre daha fakirdir. Şehirlerin de hikayeleri vardır. Tercih sizin.
*Gerede’den Karabük yoluna kaykılıyorsunuz. Bolu, Düzce, Gerede; insanlık nerede? Böyle bir deyim vardı. Bolu %25 CHP oy oranına sahiptir. Dolayısıyla orada yaşanır. Ama Düzce ve Gerede çok sağcı yerlerdir. BŞZ özgürlük alanı bulamaz oralarda.
*Karabük’e giderken Hadrianapolis Antik Kenti tabelasını görünce içeri daldım. Taşrada, üzeri kapalı bir kilise kalıntısı var. Kapısında bir cep telefonu numarası var ve Emre’yi arayınız diyor. Eleman geliyor kapıyı açıyor. Kilise kalıntısı ve mozaikler var. Mozaikler demişken Sultanhamet arkasındaki Eski Saray Mozaikleri Müzesi’ne gidin derim. Bir de Hatay’daki müzeye. Aşırı yağmur yağdığı için diğer bazı kalıntıları göremedik. İstikamet Karabük.
*Yolda bol bol erik, kiraz ve gıllor yedik.
*Karabük Öğretmenevi, tek kişilik oda (güzel) 60 TL. Üstelik Ramazan diye vasat kahvaltıyı çıkarmamazlık da etmemişler.
*Safranbolu, Karabük’ün old town’udur. 10 km uzaklıktadır.
*Önce Bulak Mağarasına gittik. TR’nin en büyük dördüncü mağarasıymış. Mağaraya merakınız varsa sizi tatmin edeceğinden emin olabilirsiniz. 400 metrelik bölümüne kadar gezilebiliyor.
*Sonra Kristal Teras’a gittik. Yükseklik korkusu olan biri can teslim eder ama bana yeterince adrenalin salgılatmadı.
*Safranbolu’ya gittik. İstanbul dışındaki yerlerde rehberlik yapmayı ayrı bi’ severim. Her yeri biliyordum ve yanımdaki kişiye her yeri gösterdim. Güzel bir deneyimdi.
*Dandik “yöresel” yemekler yedik. Yöresel yemek tabiri çok iddialı bir şey. Altını doldurmak lazım.
*Yukarıdaki saat kulesi müzesini gezerken yağmur başladı. Aslında hava durumuna bakmıştım ve Karabük de Bartın da yağışlı gözüküyordu. “Hiçbir yağmur 45 dakikadan uzun yağmaz.” Baran Doğan teziyle hareket ettik ve faka basmadık. Saat kulesi müzesinden aşağıya inerken bir otelde GS şampiyonluk maçının oynandığını gördüm. Aslında Türk futbolunu 25. haftadan sonra takip etmeye başlarım. Türk futbolu CHP gibidir. Atsan atılmaz satsan satılmaz. Yanımdaki kişiye karşı örtük direnişe geçtim ve maçı izlemeyi başardım. Enteresan karakterler vardı orada.
*Hava kararmaya başladı ve bu sefer de karşı tepeye çıktık. Safranbolu’yu bir de karanlıkta görelim dedik. Işıklandırma iyiydi de gündüz, güneşi arkana alarak bakmak daha güzel Safranbolu’ya. Bu arada birkaç gün sonra Göynük gezisini de yazabilirim. Göynük, Safranbolu’yla aşık atabilir.
*Her öğretmenevine bira sokarım. Bu sefer de soktum ve telden Gaziantep-Erzurum play-off maçını izledim. Gaziantep iki kere maç sayısı kullandı ama Erzurum kalecisinin inanılmaz performansı gitti denilen şampiyonluğu getirdi. Çok heyecanlı bir penaltı serisiydi.
*Sabah kalkıp vasat kahvaltıdan sonra ver elini Bartın. Bartın, benim Rize’ye kadar gitmediğim tek Karadeniz şehriydi. Tarih anlamında en zenginiymiş. Doğal güzellik anlamında da çok çok iyi. Bartın’ı en iyi Karadeniz şehri seçtim diyerek bir provokasyon yapayım.
*Karabük’ten Bartın’a giderken sekiz, 10 km boyunca çok iyi bir ağaç tünel var.
*Yollarda sık sık “Domuz Çıkabilir” tabelası var ama bir türlü çıkmadılar. Bu arada Safranbolu’da Kristal Teras’ın olduğu kanyonda üç, dört tane tilki yavrusu gördük. Tilki gördüğüm günleri severim.
*Bartın merkeze geldiğimizde yine yağmur başladı. Arabayla turladık merkezi. Çok güzel eski evler var. Çok güzel sokakları var. Çay kenarındaki yürüyüş parkı enfes.
*Sonra istikamet Amasra. Bartın’ın en turistik yeri. Tarihi bir kent. Yunanlar, MÖ5., 6. yüzyıllarda bir kolonizasyon hamlesi yapmışlardır. Akdeniz’in ve Karadeniz’in kıyılarına şehirler inşa etmişler ve ticaret yapmışlardır. Bu şehirlerden biri de Amasra idi. Bütün doğal limanlar bu kolonizasyon hamlesinde bir adım öne çıkmışlardır. Amasra da öyle bir yer. Bu şehirlerin hikayeleri hep aynı. Selçuklular gelene kadar sırasıyla Roma ve Ceneviz idaresi altına girmişler. Tıpkı Sinop gibi. Bu zengin tarihsel dokuyu görebiliyorsunuz Amasra’da.
*Ceneviz Kalesi UNESCO geçici listede.
*Amasra’da önce müzeye uğradık. 6000 nüfuslu bir yer için çok iyi bir müzesi var denebilir.
*Bilinçsiz bir tüketiciyimdir ama tarihi ve turistik yerlerde otoparkçılara para vermemek için elimden geleni yaparım. Yine vermedim.
*Sonra kıyı boyu yürüdük ve Barış Akarsu heykelinin önüne geldik. O elemanı hiç dinlemedim doğru dürüst.
*Sonra kaleye doğru yollanmaya başladık. Ağlayan ağaç diye bir hikaye var. Tırt bir hikaye. Ağlayan ağacı geçip akropole geldik ve şehre tepeden baktık.
*Surlar boyunca yürünmeli. Romalılar tarafından yapılan bir köprü var. Fotoğraflarda hep çıkıyor. Köprülere karşı zaafım vardır. 1700 yıllık köprüden geçmek güzel bir duyguydu.
*Bir de Direkli Kaya var. Fotoğraflarda çıkan düz kule. Cenevizliler yapmış. Oldukça küçük aslında. Ama bir must-see.
*Tepede bir de şapel var. Neyse ki camiye çevrilmemiş.
*Ancak camiye çevrilmiş bir kilise var. Adı da Fetih Camisi. Bunlarda Anadolu’da ve İstanbul’da çoktur. Yozgat’taki geldi şimdi aklıma. Aynı isimde. Söylenecek bir şey yok.
*Sonra bir döner yedik. Tam merkezde. Fena değildi ama yediğim vafıl çok kötü ve çok pahalıydı.
*Amasra’nın yakınında Kuşkayası Yol Anıtı var. Romalılar kayayı oyarak bir anıt yapmışlar. Bir sütun üzerinde bir kartal oyması var. Kartalın başı yok. Yan tarafta da bir insan kabartması var. Muhtemelen ikonakırıcı dönemde tahrip edilmiştir. MS 150’lerde falan bir Roma generali yoldan geçenler görsün diye yaptırmış anıtı. Anadolu’daki tek yol anıtıymış. O dağ başında yol olması ilginç en başta. Çok ilgi çekici ve güzel bir anıttı. Yolunuz düşerse kaçırmayınız.
*Amasra da üç, dört saatte bitti. ama mutlaka görülmesi gereken bir yerdir. Yazları Ankara’dan günübirlik turlar düzenlenir Amasra’ya. Değerlendirilmeli.
*Ve yola koyulduk. Dönerken Filyos’da Tios Antik Kenti tabelasına görünce de daldık ama akropolü olduğu için vakitsizlikten çıkamadık. Orası da bir ara halledilmeli.
*Sırasıyla Devrek, Mengen ve Yeniçağa’dan geçip otobana çıkıyorsunuz. 2002 yılında gerçekleştirdiğim günübirlik Zonguldak gezisi geldi aklıma.
*Devrek bastonlarıyla ünlüdür. En son da Mesut Özil’iyle ünlü olmaya başladı. Hatta bir caddeye adını vermişler. Mengen aşçılarıyla ünlüdür ama 5000 nüfuslu bir yer. Yeniçağa’nın da gölünde kuş gözlem kulesi vardır. Kuş gözlemcilerinin uğrak yeridir.
*Otobanda Kocaeli Doğu’yla Kurtköy arası iğrenç bir parkurdur. Şeritler az ve dar, trafik ise çılgındır. Hiç zevk vermeyen bir parkurdu. Lanet gitsin.
*Dilovası’ndaki o kuleyi görünce insan İstanbul’a geldiğini hissetmeye başlar. O kulenin benzeri St. Petersburg’da da var.
*Bir de “Gönserilmemiş Mektuplar” filminden bahsetmek istiyorum. Bu film Amasra’da çekilmiştir. Çok kötü bir filmdir. 2003 yılında çekilen bu filmin olayı, yıllarca öpüştüremedikleri Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ı 20 sene sonra, herkes ipini sermiş ununun elemişken buluşturup öpüştürmektir. Bu filmin hikayesi yazılmalı bir ara.
*Bitti. İyi günler.
*Harika bir gündü ve iyi ki yaşandı…
Alakasız Not: Torku No 1, “Summer” diye bir gofret çıkarmış. Çok iyi.