Merhaba arkadaşlar. Nasılsınız? İki ayı aşkın bir süredir ilkokulda çalışıyorum. Gözlemlerim şunlardır:
*TA, RA, KA, MPU, SBK merak etmeyin sizi yazmayacağım. Sizi kitlelere yem etmeyeceğim. Bu yazıda eğitim öğretim ve öğrencilerle ilgili gözlemlerim olacaktır.
*4+4+4 düzenlemesinden önce ilköğretimlerde çalışmışlığım vardı. Orada dördüncü sınıfların derslerine girerdim. Özel bir kursta da çocuk grubuna ders vermişliğim çoktur. Orada genelde üçüncü sınıf öğrencileri oluyordu. İkinci sınıflara hiç girmemiştim. Anladığım kadarıyla ilkokulda her sınıf arası önemli farklılıklar var.
*Şu anda genelde ikilere, biraz da dörtlere giriyorum. Dörtler bana olgun bireyler gibi geliyor. Al karşına varoluşçu felsefeyi tartış…
*Askerliğin başladığı yerde mantığın bittiği söylenirdi. Mantık asıl ilkokul ikilerde bitiyormuş. Öyle sorular geliyor ki üzerime kezzap/roket yakıtı/sinek ilacı karışımı bir sıvı döküp kibrit atasım geliyor.
*Şaka bir yana demek ki bu yaş çocukların algıları gerçekten çok yetersizmiş. Bunu görmüş oldum. Hangi deftere yazacağız, sayfam bitti ne yapayım, hangi kitabı açalım, tahtadakinin hepsini mi yazacağız gibi sorulara ilk başlarda şaşırıyordum. Artık şaşırmıyorum.
*Bir ülke vatandaşları çocukluğunda bir şeyi bu kadar çok kullanıp da, onun doğru yazılışını nasıl bir türlü öğrenemez? De bağlacından bahsediyorum. “Ben de” “ben de” gibi lafları engellemek için ne yaptımsa olmadı. “Ben dördüncüdeyim” ben de, ben de, ben de, ben beşteyim, ben sekizdeyim…Saldım artık.
*Oleeyyy! İlkokulda en sık duyduğumuz tabir bu. Nesneleri boyayın. Oleeyy! Sayfa 12’yi açın. Oleeyy! Soruları cevaplandırın. Oleeyy! Zil çaldı. Oleeyy! Giriş zili çaldı. Oleeyy!
*Kaos futbolu ile ilgili videoları paylaşmıştım. Yorum bölümünde göreceksiniz. Zil çalıp da kaos futbolu bittiğinde içeri doğru koşuyorlar. Kimin hangi takımdan olduğuna ve sonuca bakmaksızın “yendiik, şişirdiik, dolma yaptık pişirdiik” diyorlar.
*İlkokulda bahçe nöbetçiliği çok kolay. Zil çalınca hiçbir uyarıyı beklemeden oleeeyy diye bağırarak, eller havada içeri koşuyorlar. Koyun gibi. Liselerde veya ortaokulda illa söylemen gerekir.
*Bir ilkokul öğrencisine koşma demek Türkiye’de bir sağcıya “sorgula” demek gibi bir şey. Sürekli koşuyorlar ve haliyle kazalar oluyor. Bunun önüne geçecek bir şey şu anda yok.
*Öğretmenim ayakkabımı bağla…
*Birisi tuvalete gitmek istedi mi bunu bir oyun veya görev olarak algılıyorlar ve insanın üzerine üzerine geliyorlar. Mecbur gönderiyorsun çünkü bazen altlarına kaçırabiliyorlar. Kim dürüst kim değil anlayamıyorsun.
*Her şeyi hemen unutuyorlar. Ödevleri belletmek çok zor oluyor. Sınıf annesine mesaj gönderiyorum o da tüm sınıfa gönderiyor.
*İsimler bomba. Her sınıfta iki, üç tane Baran var. Sanırım Baran artık sadece Kürtlerin koyduğu bir isim değil. Hiranur’lar beraber İslami tonlar dikkami çekiyor. İsim sonundaki Su’lar ve Can’lar da bombardıman var. Bunlar 40 yaşına geldiklerinde ne olacak? Prof. Dr. İlaydasu…İki isim çok yaygın. İsimlerin insan kişiliği üzerinde etkili olduklarını hep düşünmüşümdür. Bu konuda çok dikkatli olmak lazım veya klasik ama absürt olmayan bir isim koymak lazım diye düşünüyorum. Çocuğa altında ezileceği bir iddia yüklememek lazım. Zaten ileride taşıyamayacağı ve mutsuz olacağı bir sürü toplumsal şey yüklenecek kendisine. Ortaokuldaki öğretmenimizin ismi Güllü Şıllık idi.
*Yeni nesil arasında kavga, döğüş, didişme, kısa yoldan bir şey elde etmenin arttığını gözlemliyorum. Bu, toplumsal ve politik bir şey. Müthiş bir çürüme olduğunu herhalde hepimiz görüyoruz. Özellikle son yıllarda.
*Gelelim eğitim öğretime. Kitapları inceledim. İdeolojik abluka devam ediyor. Zaten eğitim hep ideolojik bir şeydi. Hep de öyle olacak.
*Cinsiyetçi içerik var. Toplumsal cinsiyet var oğlu var.
*Eğitimin iflas etmiş olduğunu düşünüyorum.
*Doğuda tuvaleti olmayan okullar var.
*Çok yoğun bir müfredat var bence. İşin bilimsel boyutuyla ilgili bilgi sahibi değilim ama bana öyle geliyor. Kuru yükleme var. Yoruma, yaratıcılığa, muhakeme etme yeteneğini geliştirmeye yönelik bir müfredat olduğunu düşünmüyorum.
*Bilgi verirken yorumlama, kendinden bir şeyler katma, yaratıcılığa sevk etme, çocuğu özneleştirecek bir işleyiş, çocuğu zihinsel üretim yapmaya yöneltecek bir işleyiş tarzı olmalı. Bunun olduğunu zannetmiyorum.
*Tabi eğitim sadece okulda biten bir şey değildir. Çocuğun hayatının geri kalan kısmında da onu mutlu edecek, ona güzel duygular hissettirecek, umut aşılayacak, bir şeyler yapmaya şevk edecek şeyler olmalı.
*Ülkenin ekonomik durumunun, refah seviyesinin eğitimle (her şeyle) doğrudan ilgisi vardır.
*Rekabetçilik maalesef var. Bazı bireyleri ileri çeken bir şeydir bu ama daha fazlasını geride bırakır.
*Finlandiya’da bütün derslerin kaldırıldığı haberini okuduk. Tabi Finlandiya’da bahsettiğim okul dışı atmosfer Türkiye’den çok farklı ve çok daha iyi olduğu için kıyaslama yapmamak lazım.
*İlkokul öğretmeni olmak isterdim. Çok yönlülüğüm işe yarardı.
*İngilizce öğretmeni olarak da işe daha çok yaradığımı hissediyorum. Lisede bir şey yapmak istersin, 10 kişi yapar 10 kişi ense yapar. Burada bir görev verdiğim zaman hepsi “oleeyy” diye bağırıyor dediğim gibi.
*Sürekli ayakta ve konuşuyor olman lazım. Öğrenciler seni her türlü sorunu çözebilecek tanrısal bir figür olarak algılıyor. Bu doğru mudur değil midir başka bir tartışma konusu. Dolayısıyla daha yorucu oluyor ama “öğretmenlikle ilgili düşüncelerim” yazımda bahsetmiştim, devlette öğretmenlik yapanlar yorulmak ve stres konusunda mümkünse konuşmasınlar. Hiç kimse devlette öğretmenliği bırakmak istemez, mevcut işini bırakıp devlette öğretmenliğe geçmeyi de herkes ister. Aynı gelir grubu…
*”Neden İngilizce öğrenemiyoruz?” başlıklı bir yazıyı da ilerleyen günlerde yazacağım. Ana fikri, İngilizce değil hiçbir şeyi doğru dürüst öğrenemiyoruz olacak.
*Bu yazıyı yazmak bir anda aklıma geldi ve 35 dakikada yazdım.
Devam edebilir…
Alakasız Not: Karaköy, Sirkeci, Tahtakale, Tünel, Eminönü, Cağaloğlu Yokuşu falan hepsine birden Eminönü diyorum.