Nicelikli bir sinema seyircisiyimdir. Bugüne kadar yaklaşık 2000 tane film izledim ama nitelik konusu soru işareti. Şu anda bir sinek ikilisiyim ama büyüyünce nitelikli sinema seyircisi olucam.
Ama lütfen kumda oynamama izin verin de şu Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alan son filmi “Kış Uykusu” üzerine iki kelam edeyim.
Stalin’in bir sözü vardır: “Amerikan film endüstrisini kontrol edebilseydim, komünizm fikrini yaymak için başka hiçbir şeye ihtiyaç duymazdım”.
Sinema bu kadar önemli ve etkili bir şeydir işte. Lenin de sinemayı geleceğin sanatı olarak görmüştür. “Lenin, Stalin falan ne oluyoruz?” demeyin lütfen, ben de onları “seviyorum”.
Amerika dedik. Bu ülke filmleri aracılığıyla sadece yaşam kültürünü satıp kendisi üzerine bir sempati toplamaz aynı zamanda ideolojisini de satar filmler aracılığıyla. Buradan elde ettiği ideolojik kazanım milyonlarca insan katlederek elde ettiği kazanımdan az değildir. Rambo, Rocky gibi bunu mal gibi yapanları da mevcut olup subliminal olarak etkileyici bir şekilde yapanları da mevcuttur. IMDB Top 250 listesine bakabilirsiniz bu örnekler için. İstisnalarla gelenin ağzına kürekle vururum. Tablonun bütünü bizi ilgilendiriyor ve ilgilendirmelidir de.
Bu tarz sinema anlayışının karşısında bir de Avrupa sineması denen bir tarz vardır. “Karşısında” kelimesi yanlış oldu, bu tarzın yanında diyelim. Bu tarz sinema anlayışı ise “büyük” meselelerle ilgilenmeyip ayrıntılarla ilgilenir. Hatta onlara boğulur. Bu tarz sinemanın en favori karakteri bireyci, çıkışsız, kötücül, pesimist karakterdir. Favori atmosferi “kasvetli” atmosferdir. Dinginlik ve dingillik çok görülür bu tarzda. Bu filmleri çok az kişi seyreder. Bu filmler fonlarla desteklenir. Onların er meydanı festivallerdir.
Peki sen nicelikli ve de büyüyünce nitelikli olmayı düşünen bir sinema izleyicisi olarak ne öneriyorsun diye sorulabilir.
Yetmez-ama-evet’çi, dönek, pesimist, gerici, misantropik yönetmen Zeki Demirkubuz’un bir cümlesi vardır: “Marksist olamamak benim trajedimdir.” diyor.
Marksist sinema sever olmak da benim trajedimdir. Yanlış anlaşılmasın Marksist olmak değil trajik olan. O, bir insanın başına gelebilecek en güzel şeydir. Marksist olup sinema sever olmak trajik bir şeydir.
En büyük düşmanı olarak Marksizmi gören dünyadaki egemen ideoloji hele hele bu kadar etkili olan sinema alanında Marksizme alan bırakmamaktadır. Bu yüzden benim önerdiğim, en çok sevdiğim tarz olan toplumcu gerçekçi tarza sinema alanında fazla yer bırakılmamaktadır.
GÖSTERMEK, ANLATMAK
Bazı filmler gösterir, bazıları da anlatır. En iyisi anlatıp, harekete geçirendir bu arada. Nuri Bilge Ceylan’ın bütün filmleri göstermek üzerine yapılmıştır. Bunu sadece çok iyi sinematografiye sahipler anlamında söylemiyorum. Son üç filmi haricindeki bütün filmleri bu sinematografi dininin müritleriydi. Son üç filmi ise bu formatı biraz aştı. Manzara göstermenin ötesinde insanı da göstermeye başladı.
Hangi insanı?
Elbette ki düzen insanını. Yani başlıkta söylediğim gibi mutsuz ve bireyci düzen insanını. Bunları her gün yanı başımızda görüyoruz, biz de önemli ölçüde böyleyiz.
Peki bana bunun neden olduğunu anlatmıyorsa bir filme o kadar para vermeye ne gerek var? Sadece “anlatmamakla” yetinse yine iyi. Bu tarz filmlerin, bu düzenin ve bu insanın kanıksanması, sorgulanmaması gibi çıktıları oluyor. Kaç kere bu cümleyi kurdum, hayatta sanattan ve sinemadan çok daha önemli şeyler var.
İYİ UYKULAR TÜRKİYE
Gelelim “Kış Uykusu”na. Böyle bir film işte. Kasvetli atmosferde, boktan hayatı süreklileştiren bir misantropik var. Dar çevresindeki herkese bir nevi pasif faşizm uygulayan bir “tanrı” kişilik. Dayatmacı, belirleyici, erk sahibi bir misantropik. Eski tiyatrocu olması, adının aydın olması, okur yazar olması ise kimse kusura bakmasın tam bir olta. Filmi canlı tutmak için, karakter üzerine daha fazla egzantiriklik dökmek için kurgulanmış. Olmuyor işte, filmi sonuna kadar izliyorsunuz ve en başından beri hissettiğiniz diken üstüne olma hali sizi esir alıyor. Birkaç gün boyunca esir alıyor. Bu film de böyle etkili işte.
Bu filmin ideolojik çıktılarını size söylersem beni komplo teoriciliğiyle suçlarsınız.
AKP KARŞITI MI DEĞİL Mİ?
Değil. Olamaz da. İnsanlara umut, mücadele azmi, kararlılık aşılamayan onlara yaşadıkları gerçek çelişkilerin kaynağı konusunda hiçbir fikir vermeyen bir film AKP karşıtı olamaz. Bir iki yerde geçen çapulcu ve ayyaş kelimeleri derseniz ben de size egzantrik, derin imam karakteri derim. Bu AKP döneminde özellikle Kültür Bakanlığı’ndan fon alan bazı filmlerde ortaya çıkan egzantrik, derinlikli, demokratik imam karakterlerinden kıllanmıyor değilim. “Hep türbanlıları ötekileştiriyorsun, neden dindar erkekleri ötekileştirmiyorsun” diye soranlara gelsin: Derinlikli bir imam o-la-maz! Kadın-erkek fark etmiyor işte. İnsan dini hayatına soktuğu oranda özgür ruhlu, sorgulayan, sığ olmayan birey olmaktan uzaklaşır.
Bu film AKP karşıtı falan değil. AKP rejiminin arayıp bulamadığı bir psikolojiyi insanlara yükleyen bir film “kötü” bir filmdir.
Bu durumda Nuri Bilge’nin filmi “öldürülen çocuklara” armağan etmesi de bir noktadan sonra anlamsızlaşıyor.
KADIN DÜŞMANI MI?
Bu konuda da kıllanmıyor değilim. Kadın düşmanlığı zayıf bir argüman ama filmdeki kadınların rahatsız edici düzeyde güçsüz olmaları hiç hoşuma gitmedi. Tamam Nuri Bilge anlatmaz, sadece gösterir ama o kadar da değil. Olmamalı.
SONUÇ
Sinema hem pahalı bir iş hem de çok etkili. Bu yüzden sanatçı kendisini konforlu hissedecek diye bazı filmlerin ortaya çıkardığı olumsuz ideolojik çıktıları yalayıp, yutmamaya devam edeceğim. Hem o kadar da çaresiz değiliz. Çünkü insan asla boyun eğmez ve yaratıcı bir çözüm mutlaka bulunur. Marksistler bulur çoğunlukla…Sinema diniyle hesaplaşan yönetmenler ortaya çıkar falan. Lütfen “Sınıf Dostu Filmler” albümüme bir bakınız.
Merhaba Yılmaz Bey;
İnternette "tystnaden" filmi ile ilgili bir araştırmadan sonra; sizin daha önce yazmış olduğunu düşündüğüm bir blogla karşılaştım. O blogta "tystnaden" filmi ile ilgili şöyle bir ifade var: "Tystnaden de Sinema dergisinde dvd klasik bölümünde tanıtılmıştı ve yazı o kadar güzeldi ki hayatımın filmi olacağını düşünüyordum." işte ben de aynı durumdayım. o dergideki yazıyı ben de okum ve aslında o dergideki yazıyı bulmak istiyorum. Derginin kaçıncı sayısı, yazı kime ait hatırlamıyorum. Bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Yazıyı istemememin sebebi; filmi tekrar izleyeceğim ama o yazıyı okuduktan sonra,.
Yardımcı olursanız çok sevinirim.
Not: bu arada eski blogunuzdaki "film" eleştirilerinin çok samimi bulduğumu eklemek isterim. Aki Karusmaki'den bahsettiğiniz yazıda "son filmi 2011 de çıkacak ve ben o son filmi muhtemel üç sene sonra izleyeceğim" diye bir ifadeniz bu samimiyeti ve size olan yakınlığımı anlatacak kadar yeter bence.
Bu bloğunuzu elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum, ben de az buçuk bir şeyler karalıyorum, takip etmek isterseniz veririm adresimi. Sinemayla ilgili değil ama. Çünkü zaten bir sürü bloglar var, filmlerle ilgili yazan. Ben yeni bir şey söylemeyeceğim sonuçta. Bloğum kişisel biraz.
Neyse.
İyi Çalışmalar,
Değerli dostum,
O derginin hangi sene hangi sayı olduğunu sana maalesef söyleyemiyorum. Dergileri biriktirmiyorum çünkü. Yardımcı olamadım kusura bakma. Olumlu eleştirilerin için teşekkür ederim. Blogunu takip edeceğim. Görüşmek üzere
Bir yanlışlık oldu, giderildi 🙂 Kolay gelsin.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Sorun değildi. İyi çalışmalar.