Bir “şeyin” adı çok önemlidir. Bir insanın, bir İnternet sitesinin, bir gazetenin, iki kişi arasındaki ilişkinin veya bir siyasi partinin…
Sanat eserlerinin ve bu yazımızın ilgi odağı olan filmlerin adları da çok önemlidir. Bazı film adları o kadar çarpıcıdır ki başlıkta bahsettiğimiz o dayanılmaz izleme arzusunu ortaya çıkarır. O film sürekli hafızanızdadır. O filmi bir şekilde ve en kısa zamanda izlemelisinizdir. Bunlardan bir seçki yapmak istedim.
Filmleri alfabetik sırayla vereceğim. Anlamı olmayan ama dilbilgisi işlevi olan “the” ve “le” gibi kelimeler alfabetik sırada göz ardı edileceklerdir ama filmler yazıda orijinal adlarıyla anılacaklardır. Bu arada bu filmlerin orijinal dillerindeki adlarının bendeki o izleme arzunu ortaya çıkarttıklarını belirtmek istiyorum. Türkçe adları değil. Son olarak da bu filmleri beğendiğimi eklemek istiyorum. Adındaki albeniye kapılıp izlenen ama “tırt” çıkan filmler listesini başka bir yazıya saklayalım. Bir de adı “tırt” olan ama kendisi izleyiciyi minareden atan, inip aşağıya tutan filmleri yazacağım.
Adı güzellerle başlayalım şimdi…
1- “Alice Doesn’t Live Here Anymore”
“Alice Artık Burada Yaşamıyor”, Martin Scorsese’nin ilk dönem filmlerinden olup pek bilinmeyen bu film, zayıf da olsa sosyal eleştiri boyutuna sahiptir. Amerikan sinemasının favori kaybeden karakteri “kadın garsonlar” üzerine çok şeyler söylenebilir. Ünlü olma arzusu üzerine de…Bunlara girmeden bu ilginç yol filmini tavsiye etmekle yetinelim.
2- “Angst essen Seele auf”
“Ali: Korku Ruhu Kemirir”, Türkçe adı. Provokatör yönetmen Fassbinder’in filminin İngilizce adı da ilgi çekici: “Ali: Fear Eats Soul” Bu kitsch film üzerine çok şeyler söylendi. Ben de çeşitli platformlarda yazılar yazmıştım. Çok şey var filmde. Dünyanın en tuhaf aşk filmlerinden birisidir. Bir milyon tane de alt metin barındırır. Filmin Almanca adındaki gramer hatası kasten yapılmıştır. Ali’nin bozuk Almanca’sı, berbat hayatın bir sembolü gibidir.
3- “Bring Me the Head of Alfredo Garcia”
“Şiddetin ozanı” lakabıyla anılan Sam Peckinpah’ın “Bana Alfredo Garcia’nın Kellesini Getirin” filmi beş dakika rahat bırakmaz sizi. Tek eksiği bence sürekli kapalı mekanda güneş gözlüğü takan karakterdir. Onun dışında 10 numara beş yıldız bir film.
4- “The Cook, the Thief, His Wife & Her Lover”
“Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı” adlı filme ulaşmak için yıllarca çaba harcadım. Önceden İnternetten film indirmek bu kadar kolay değildi. Ankara’da bir tezgahta tesadüfen bulunca işimi bırakıp eve gitmiştim ve izlemiştim. “Beni yak, kendini yak, her şeyi yak” şarkısını bu filme armağan ediyorum.
5- “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”
İngilizce adındaki çekicilik Türkçe adla nasıl piç edilire çok iyi bir örnek. Müzisyen Alpay, Rodrigo’nun ünlü gitar konçertosuna söz yazmıştı. Şimdi, bu harika filme “Sil Baştan” adını vermek de Alpay’ın yaptığına benziyor. Film çok popüler olmuştur ama kıllanacak bir şey yok. Çok yaratıcı bir film.
6- “Four Weddings and a Funeral”
Türkçe adı “Dört Nikah Bir Cenaze” de insanda “bu film ilgi çekici olmalı” hissiyatı uyandırıyor. Romantik komediler bana müzikallerden sonra en uzak olan tür ama bazı nitelikli olanlarına karşı çok olumlu duygulara sahibim. Bu da onlardan biri.
7- “Full Metal Jacket”
Neyse ki Stanley Kubrick’in baş yapıtının bir Türkçe adı yok. Gerçekten de bu filme bir Türkçe ad vermek filmin yüzde ellisini falan götürürdü herhalde. “Full Metal Jacket” en etkileyici filmlerden biridir.
8- “The Good, the Bad and the Ugly”
Şu anda bir hata yaptığımı fark ettim ama geri dönmek çok uzun iş olacağı için esnaflık yapacağım. Bu filmin orijinal adı “Il buona, il brutto, il cattivo” dur. Karışık bir hikayesi var. İngilizce adı, filmi sinema tarihinin en ilgi gören filmlerinden biri yapmıştır. “İyi, Kötü ve Çirkin” herkesin duyduğu bir üçlemedir. Film bir “kovboy” filminden fazlasıdır. Bir “biçim” şaheseridir.
9- “Herşey Çok Güzel Olacak”
Türkiye’den aldığım birkaç filmden biri. Filmin adındaki yazım yanlışı bana ait değil. Şey’le ilgili her şeyin ayrı yazılması kuralı çok da eski bir kural değildir. Cem Yılmaz’ın parıldadığı bir filmdir. Bir ikilinin, yolculuk yaptığı ve suça bulaştıkları filmler benim favori temalarımdandır. Böyle bir liste de hazırlamalıyım.
10- “Leningrad Cowboys Go to America”
Finlandiyalı ilginç, sosyalist yönetmen Aki Kaurismaki 1989 yılında bu filmi çekerken amacı Sovyetler Birliği’ndeki yozlaşmaya dikkat çekmekti. Bu anlamda oldukça hüzünlü bir filmdir. Bir kere bile güldürmeyen ama iyi bir mizah filmidir.
11- “Le Locataire”
“Kiracı”nın adını duyduğunuz zaman veya afişini gördüğünüz zaman bir tırsarsınız. Tırsmalısınız da. Roman Polanski’nin filmi, ünlü Apartman Üçlemesi’nin son filmi. Diğerleri ile birlikte bu filmi tavsiye eder miyim? Ederim de uyarmadan geçmeyeyim. Allak bullak edecektir sizi.
12- “Moral Bozukluğu ve 31”
Türkiye’deki abazanlıkla her halde dünyanın hiçbir yeri rekabet edemez. Türkiye’de nüfusun çoğu, başına ne gelirse gelsin, efsanevi bir şekilde abazandır. Birileri gerçek anlamda amatör bir tarzda bunu filme almışlar. Bağımsız sinema kavramının tam karşılığıdır bu film.
13- “One Flew Over the Cukoo’s Nest”
Yine bir ismi piç etme örneği. “Guguk Kuşu” diye bir filmi izleme isteği duyar mısınız? Keşke bıraksaydınız da “Full Metal Jacket” gibi dağınık kalsaydı. Bu film sizi mahvedecektir.
14- “The Panic in the Neddle Park”
Al Pacino’nun ilk baş rolüne “Esrar Bitti” adını vermişler. “Esrar Bitti” diye bir film ilgi çekici olabilir ama benim bu Türkiye’de filmlere isim verenlerle ilgili düşüncem olumsuz yönde. Zaten son yıllarda sadece ticari kaygıları gözetiyorlar. Listeye almayı unuttuğum “Dog Day Afternoon”u da öneririm bu arada.
15- “Profondo Rosso”
Genelde dandik korku/macera/gizem filmleri çeken İtalyan Dario Argento’nun kült olmuş tek filmidir. İngilizce adı da çok bildiktir: “Deep Red”. “Derin Kırmızı” pek bir şey ifade etmez. Özellikle müzikleriyle ve gerilimli atmosferiyle dikkat çekicidir. Yönetmenin “Suspiria” adlı filmi de izlenebilir, onun dışında hiçbir filmini izlemeye gerek yoktur.
16- “Psycho”
“Sapık” bu listede yer alan ve ismi bir kelime olsa da ilgi uyandıran filmlerden biri. Alfred Hitchcock’a göre “bir eğlenceliktir”. Bir milyon dolardan az tutsun diye siyah beyaz çekilen film size “tırmala beni, kaşı beni, bayıra karşı yatır beni” dedirtir. Bir de dünyanın en sürpriz sonlu filmi…
17- “Tabutta Rövaşata”
Derviş Zaim’in en başarılı filmi. 70’lik rakı içip bu filmi izleyen hayranları vardır. Tarif etmesi biraz zor.
18- “Viva Cuba”
“Yaşasın Küba”nın adını duyan ve afişini gören birisi filmle dakkasında bir gönül bağı kuracaktır. Mükemmel bir film.
19- “When Harry Met Sally…”
Uzun yıllar kanka olanlar aşık olabilirler mi? Bence olamazlar ama belli de olmaz. Bunu tartışan bir film ve en meşhur romantik komedilerden. Hayranı boldur.
20- “Where is the Friend’s Home”
“İranlı usta sanatçı Abbas Kiarostami’nin “Arkadaşımın Evi Nerede” Koker Üçlemesi’nin ilk filmi. Diğer filmleriyle beraber bu üçlemeyi ölümüne tavsiye ediyorum. Bu kadar kısıtlı olanaklarla nasıl bu kadar mükemmel filmler çekilir, insan gerçekten hayret ediyor. Bu filmleri izleyince, insan, Türkiye’deki şımarık sinemacılara bir kez daha lanet ediyor. O kadar olanağa sahipler ama eli yüz düzgün tek bir film bile yapamıyorlar, İranlılar onların çeyreği olanaklara sahipler ama evrensel filmler çekiyorlar.
21- “Sekiz Gün Üçlemesi”
Cemal Şan’ın üçlemesi “Zeynep’in Sekiz Günü”, “Ali’nin Sekiz Günü” ve “Dilber’in Sekiz Günü” adlı filmlerden oluşuyor. Üçü de birbirinden kaliteli dramlar. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetle haşır neşir değiller ama bugün doğum günü olan Friedrich Engels’in dediği gibi “sanatçı, anlattığı toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihsel çözümünü sanatın alıcısına altın tepside sunmak zorunda değildir.”
Böyle…
İyi günler.