Kadınlarla Erkeklerin Arasındaki Dindarlık Seviye Farkı

Kadınların dine zaafı var!

Evet, böyle düşünüyorum…

İstediğiniz kadar skandal ayet, hadis falan gösterin; “tarihsel” gerçeklerden dem vurun bir işe yaramıyor. Bir kadının net, kararlı, deklarasyoncu bir ateist olması gerçekten çok zor. Öyle görünen kadınların bir bölümü bile ölüm, hastalık, çıkışsız durum gibi anlarda bu zaafa yenik düşüyorlar.

Zeki Demirkubuz’un “Kader” filmindekio meşhur sahnede, Bekir Uğur’a ne diyordu? “Herkesin inandığı bir şey var şu amına koduğum hayatında! Benimkisi de sensin! Ne yapayım…”

Peki, herkesin inandığı bir şey mi vardır bu amına koduğumun hayatında?

Bunun evet veya hayır gibi tek bir cevabı yok. Evet, insanların çoğunun inandığı bir şey var bu hayatta ama o şey onlar için ne anlam ifade ediyor ve ne kadar önemli? Ve de kadınlarla erkeklerde durum nedir?

İlk cümledeki (hafif provokatif) cümleye ben içgüdülerimle varmıştım yine. Sonra biraz araştırma yaptım ve bilimsel araştırmalar sonucunda da bunun böyle olduğunu gördüm.

Din, dindarlık, öteki dünya, ibadet, bir siyasal kimlik olarak din… Bunlar farklı şeyler ve bunları değerlendirirken farklı şeyleri göz önünde bulundurmalıyız. Ayrıca üç büyük dinde durumlar farklı olabiliyor. Hristiyanlıkta dinin toplumsal yaşama etkisi Müslümanlıktaki gibi değil. Yahudiliğin siyasal bir kimlik olarak geçmiş olduğu süreçler diğerleriyle oldukça farklı. Müslümanlıktaki kadın erkek ilişkileri diğerlerinden çok daha farklı. Falan… Bunlara, o araştırma ayrı ayrı değiniyor. Şunu ekleyeyim ama o araştırma, kesin bir sonuç olarak tüm dünyada kadınların erkeklerden daha çok dine “bağlı” olduklarını ortaya koyuyor. Hristiyan dünyasında büyük farklar gözükürken, İslam dünyasında genelde eşite yakın çıkıyor. İslam dünyasında erkeklerin önde olduğu ülkelerin hiçbirinde fark iki puanı geçemiyor. Yahudilerde erkeklerin bağlılık oranı kadınlardan oldukça fazla, bu da 2021 itibarıyla –üzülerek söylüyorum- hala bir erkek işi olan siyasetin Yahudilikte dinle ne kadar iç içe geçmiş olduğunun bir kanıtı.  

Benim kadınlarda bir zaaf olarak gördüğüm şey dini inancı da kapsayan bir metafizik şeyler merakı. Yani bence inançlı olmakla, burçlara inanmak arasında önemli bir fark yoktur. Bunu, bir zihinsel faaliyet olarak ele alıyorum, fayda zarar maliyeti açısından değil. Nazara inanmakla, öldükten sonra dirilip cennete gideceğine inanmak arasında uçurum yoktur bana göre. Veya rüyaların etkisinde kalmak… Gördüğü rüyalardan geleceğe dönük mesajlar çıkarmak, rüyalara bakarak günlük işlerinde konum almak… Sizce bu durumda kadınlarla erkeklerin durumları nedir? Kim bunları daha çok yapıyor? Hayırlısı neyse o olsun, hayırlısı değilse olmasın… Hızır işleri falan… Geçenlerde bir Alevi evine misafir oldum. Kadın, sendika aktivisti, (olabildiği kadar) HDP aktivisiti “Ben hiçbir şeye inanmıyorum ama Hızır’a inanıyorum bir tek!” dedi bana. Lokma ikram etti. Lokmaya bayılırım. Sorgulamadım ve gömdüm lokmayı. O zaman Bekir haklı mı? Herkesin (her kadının) inandığı bir şey var şu geçmişini sevdiğimin dünyasında… Yakın çevremdeki erkeklerin hepsi kararlı, tereddütsüz ateist. Böyle çok insan tanıdım. Sol çevrelerden olmayan, ne bileyim Atatürkçü, liberal, ANAP’lı erkekler falan. Bunların içerisinde ateist erkek çok tanıdım. Veya toplumsal ilişkilerden dolayı bunu rahatlıkla deklare edemeyen ama iç dünyasında bu şeylere itibar etmeyen çok erkek tanıdım ama dar sosyalist çevreler haricinde hiçbir yerde böyle kararlı ateist kadına, erkekler kadar rastlamadım. O kadınların bir bölümünü de ölüm, doğum, hastalık, zor durum gibi anlarda yelkenleri suya indirdiklerine de şahit oldum.

Yani kadınların metafizik şeylere zaafları var. Zaaf kelimesi hoşa gitmeyebilir. Meyil diyelim.

Peki, bu durum toplumsal mı fizyolojik mi?

Kadın ve erkek beyinlerini inceleyen kitapları okuduktan sonra adeta yeniden doğmuştum. Farklıyız ve kıyamete kadar da farklı olmaya devam edeceğiz. Duygu durumlarımız üzerinde oldukça belirleyici olan hormonlarımızın seviyeleri arasında uçurum var. İki milyon yıl sonra belki eşitlenecek, bilemiyorum. Ama insanlık tarihinin geldiği 2021 itibarıyla bu durum böyle. O halde dine (metafizik şeylere) olan yaklaşım üzerinde de beyin fonksiyonları etkili olmuş olmalı.

Araştırma bu konuda çok fazla bir şey yapmıyor çünkü bu işin uzmanı değil ama bu konuyu internetten araştırırken başka bir araştırmayla karşılaştım. Kadınların daha dindar oldukları evrensel gerçeğinden hareketle bu durumun testosteron seviyesiyle alakalı olabileceğini düşündüklerini ifade ediyorlar. Erkeklere özgü rasyonel davranamama ve direkt amigdalaya erişme olayı da bu sonuç üzerinde etkili olabilirmiş.

Toplumsal boyutu da yoktur demiyorum. Ama bence iş beyin çalışma biçiminde bitiyor. Öyle olmasa kadın esir almanın meşru olduğu İslam coğrafyasında kadınların dine yüz vermemesi gerekirdi ama veriryorlar. Bayılıyorlar. Hayırlısı neyse o olsun, hayırlısı değilse olmasın ama hayırlısıysa olsun…

BÜYÜMEK HAYAL KIRIKLIĞI

Burada kendi uydurduğum bu kavrama dikkatleri çekmek istiyorum: Büyümek hayal kırıklığı… Günümüzde 80’li yıllarda çocuk olanların mis gibi doğalgazlı evler varken sobayı özlemelerini ne ile açıklayacağız? Soba baş belası bir şeydir. İnsanı hayattan soğutur. Yaşam kalitesini dibe çeker. Sobayı yakmakla yükümlü olan kişiler için ama… Her insana çocukluğu çok iyi gelir. Önemli bir travma, canavar bir ebeveyn falan yoksa çocukluk insanın hayatının en mutlu dönemidir. Büyümek hayal kırıklığına uğrayan insan (neredeyse hepimiz) o eski günlerdeki mutluluğu özlüyor ve bir sembol olarak soba, sikindirik perde, ömür törpüsü lastik ayakkabı, sikko kalem açacağı gibi şeyler aracılığıyla bu özlemini yansıtıyor. Bu insanlar bir şekilde gelişmemiş bir ilçede yaşamaya başlasalar üç günde sobaya ana avrat küfretmeye başlarlar ve bir şekilde büyük şehirlerdeki doğalgazlı evlere kapağı atmanın yolunu ararlar. Banyodan sonra; kurulanıp, giyinip de sobanın olduğu alana gelirken yaşanılan berbat hissi duymamak için haftada bir banyo yaparlar.

Yani burada bahsedilen büyümek hayal kırıklığı hemen hemen herkeste vardır. İnsanların çoğu aradığını bulamaz. Zenginler hariç yoksullar veya alt orta sınıflar için hayat pek zevkli değildir. İşte bu insanlara büyümek hayal kırıklığını bir nebze unutturacak bir şeydir din… Marx’ın “halkların afyonu” dediği din aslında onlara iyi gelen bir şey anlamındadır. Yanlışım varsa düzeltilsin… O yüzden din insanlara iyi gelir. İyi gelebilir. Hayata anlam katma konusunda işlevli olabilir. Dinin hep siyasal boyutu öne çıkarılır ama psikolojik boyutu da önemlidir. Bir de bu yazımızla pek alakası olmayan, insanın kendisini bir topluluğa ait hissetme boyutu vardır ki o da epeyce önemlidir.

Büyümek hayal kırıklığını kadınlar erkeklerden daha çok yaşarlar. Dünyanın her yerinde depresyona girme oranlarında kadınlar erkeklerden daha yüksek oranlara sahiptir. Dünyanın her yerinde kadınların daha fazla adaletsizliğe uğradıklarını bilmiyorum söylemeye gerek var mı… Hem eksikliği hissedilen hayata anlam katma olayı hem de yakıcı adalet sorunu için din işlevli olabilir.

Herkesin inandığı bir şey vardır şu hayatta! Ama artık bu pek işlemiyor. Hem insanları gözü açılıyor, hem de her şeye rağmen, tarihsel olarak insanlık iyiye gidiyor. Yani yavaş yavaş bu işler geride kalıyor. Kısa sürede değil ama orta ve uzun vadede bugün bildiğimiz anlamda bir dinin kalmayacağını düşünüyorum. Ama insanlar yine bir şeylere inanmaya devam edebilir şu amına koduğumun hayatında. Bugünkü dinler gibi hayatı direkt ve çok fazla etkileyen bir şey olmazsa o şey, kim takar bu durumu… Varsın inansınlar… İster Yoga yapıp “içerindeki barış sesini” duymaya çalışsınlar, ister “içlerindeki çocuğu” büyütmemek için mücadele etsinler, ister evlerinin eşyalarını Feng-Şui felsefesine göre döşesinler, ister her insanın kalbinde gömülü olarak geldiklerine inandıkları sikkoherbal ağacını sulamaya çalışsınlar… Charles Bukowski’nin “Women” romanındaki bir karakterin vajinasında Dryer Baba adlı bir ruh vardı. Bu ruh Bum’ın oraya girmesini engelliyordu her seferinde. Bum bununla çok dalga geçiyordu esasında. Dryer Baba ve Dryer Babalar bir gün gelecek hem vajinalardan hem de hayatlarımızın her yerinden çıkacaklar! Her ülke şimdinin İsveç’i gibi olacak. O zaman acaba yine birileri Hızır’la İlyas’ın buluşmalarını bekleyecek mi? Herkes benim yakın çevremdeki erkekler gibi mi olacak? Çok merak ediyorum…

Not: Yazıyı hiç durmadan yazdım. Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

Alakasız Not: Dünyanın değeri 5 katrilyon dolardır.      

Bu yazı siyaset, Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.