Ankara’nın doğusunda yer alan şehirler içerisinde en beğendiğim şehrin hangisi olduğu sorulsa Kars diyebilirdim…
Neden kesin konuşamıyorum? Çünkü bu konuyu çok iyi düşünmedim. Mardin veya Gaziantep de bu sorunun yanıtı olabilir. En beğendiğim şehri düşünürken ilk olarak mimari dokuyu ve arkeolojik değerleri hesaba katıyorum. Orada yaşayan insanlar da önemli. Mimari doku demişken, Türkiye’de herhangi bir şehrin merkezinin, bir bütün olarak, belirli bir karakteristiği olan bir mimari dokuya sahip olduğunu söyleyemeyiz. Mardin akla gelebilir ama Mardin’in hemen yanı başında bir yeni şehir vardır. Kızıltepe vardır. Ve oralar da Türkiye’nin her tarafı gibi bok gibi bir mimariye sahiptir. İğrenç mimari dokusu alındığında elde avuçta bir şeylerin kaldığı şehirlere örnek olarak Amasya da verilebilir. Yeşilırmak’ın o kartpostallık kenarı ne kadar güzelse, ırmağın karşı yakası da o kadar Sultanbeylidir.
Kars’ta kişilikli mimari doku oranı yüksek. Elbette bunu Türkler (veya Kürtler) yapmadı. Ruslar yaptı elbette. Kars, Ardahan ve Batum bölgesi 40 yıl Rusların elinde kalmıştır. O dönemde Ruslar oraya kişilikli bir mimari yapı kazandırmışlardır. Batum’u sonra tekrar Türklerin elinden almışlardır. Orayı görmedim. Ardahan’da Rus mimarisi kalıntıları yok denecek kadar az. Fakat Kars’ta neredeyse şehir merkezinin yarısı hala o binalardan oluşuyor.
St. Petersburg’a gidemiyorsanız Kars’a gidin. Ben de öyle yapmıştım.
Hiçbir meslek grubunun devlette çalışan öğretmen kadar boş vakti olamaz. O dönem Cuma günlerim boştu. Sabah karşı olan uçuşlar çok ucuz oluyorlardı. O biletlerden birini almıştım. Gece en son Dudullu-Viaport minibüsüne binip Viaport’a gittim. Oradan da taksiyle Sabiha Gökçen’e yollandım. Sandviçimi hazırlamıştım. İçeride su çok pahalı olduğu için, girmeden önce bir litre suyu da mideme gönderdim. Para sıkıntısı çekiyordum. Daha doğrusu bu gezileri yapabilmem için sinekten yağ çıkarmam gerekiyordu. Normalde hesabı kitabı düşünen birisi değilim.
Havaalanında sabahlamak çok konforlu bir şey değildir. Bir “bayana” böyle bir seyahati yediremezsiniz. Ama ben seviyordum. Çok uyuyamıyordum. Telefonumdan müzikler dinliyordum. Müzik konusuna geleceğiz.
Sabah 6’da bindiğim Ankara aktarmalı uçaktan indim ve saat 10.00 gibi öğretmenevindeydim. Öğretmenevlerinin genelde organizasyonu bozuk olur. Çünkü işletenler devlet memurudurlar. Türkiye gibi ülkelerde özelleştirmeyi ve yap-işlet-devret modelini savunuyorum. Tekrar edeyim, Türkiye gibi ülkelerde. Yani milletinin yarıdan ikiye bölündüğü, her iki tarafından da karşı tarafı yenmek adına her türlü düzensizliğe, adaletsizliğe, yanlışlıklara göz yumduğu bir ülkede… Memur olanın hemen devleti ve milleti “sikmeye” çalıştığı bir ülkede. Öğretmenevleri kalitesizdir ama ucuzdurlar. Yapacak bir şey yoktu. Kars’ı görecektim. Konforun peşine düşemezdim. Bir “bayana” bunu yediremezsiniz.
Uykusuz olduğum için hemen yattım. Planımı yapmıştım zaten. O gün dinlendikten sonra Ardahan’a gidecektim. Cumartesini tamamen Kars’a ayıracaktım. Pazar günü de uçak 11.00’de olduğu için aslında o gün yok hükmündeydi.
Uyandım ve Ardahan’a gittim. Tüm Türkiye’yi gezme projem dahilinde yaptım bu geziyi. Bir daha Ardahan’a gitme fırsatım olmayacaktı. Bir ildi ama köyden biraz hallice bir yerdi. Kalesi çok iyiydi. Orayı gezdim. Onun dışında gezip görülecek hiçbir şeyi yoktu. Otogarı üç dükkândan oluşuyordu. Biri de boştu zaten. Kars otobüsünü (minibüsünü) beklediğim yazıhanede soba yanıyordu bu arada. Ardahan’a gittim ama pişmanım. Keşke Iğdır’a gitseydim. Iğdır “kültür gezisi” de maksimum 40 dakika sürecekti ama orada Ağrı Dağı’nı görebilecektim…
21 Ekim Cumartesi’ye gelelim. Yıl 2017. Hayatımdaki en güzel günlerden biriydi.
Her zamanki gibi planımı yapmıştım. İnternetten gerekli araştırmaları yapmıştım. Her şeyi elimle koymuş gibi bulacaktım. Her şey hakkında bilgim vardı. Davar gibi gezmeyecektim yine! Tezahürat istemez…
Elbette Ani Antik Kenti’yle başlayacaktım. Öğretmenevindeki aşırı derecede dandik kahvaltıya güne başladım. Yumurtalar soğuktu. Peynir yağsız inek peyniriydi. Çayı da kamyoncuların tesislerindeki gibi büyük su bardağında veriyorlardı. Neyse, bir “bayana” sunulunca bitilecek olan kahvaltıyla karnımı iyice doyurdum. Mahmut marka çokokremlerden beş paket yedim. Ve belediyenin servisine doğru yollandım.
Belediye Ani’ye beleş servis kaldırıyordu. Serviste benden başka bir kişi vardı. Ani’ye doğru giderken köyleri çok sefil gördüm. Kars platosu çok güzeldi ama. Bir de telefon direklerinin üstünde atmacaya, şahine benzeyen vahşi kuşlar vardı. Dikkat çekecek kadar çok vardı bunlardan.
Ani’yi görenler orası gezilirken duyulan hissiyatı bilirler. Ermenilerin bu topraklarda yaşadıkları şeye karşı duyarlıysanız orada tuhaf ruh hallerine bürünüyorsunuz. Aslında bir antik kent ama Ege’deki antik kentleri gezerken duyulan mutluluk hissi pek yok orada. Paramparçalık halini duyuyorsunuz. Dediğim gibi Ermenilerin yaşadıklarına duyarlıysanız. Evet, ben soykırım denmesini tercih ediyorum. Alparslan’ın atıyla girip camiye çevirdiği kilisede MHP erkanının şükür namazı kıldıklarını hatırlıyorsunuz. Çay kenarında yer alan küçük kilise tuhaf. Bıçakla kesilmiş pasta dilimi gibi olan kilise başka bir tuhaf. Türklerin yaptıkları ilk cami de orada. O caminin penceresinden hep instagram fenomenleri fotoğraf çekerlerdi ama artık çekemezler çünkü cami restore edildi. Gerçi bir allahın kulu yoktur normal zamanlarda. Çektirebilirler.
Ani deyince akla ilk gelen o meşhur fotoğraftaki kilisenin gerçekten de etrafında hiçbir şey yok. Geziyi koştur koştur yaptım çünkü servisin hareket saati belliydi. Bir saat falan süre veriyorlardı. Kars’a döndüm.
Önce sokaklarını gezecektim. Kars’ta ızgara plan vardı. Ana caddenin ismi Faik Bey Caddesi. O cadde boyunca gidilip gelinmeli. Yol boyunca Kars’ın muhafazakar bir şehir olmadığını anlıyorsunuz. Erzurum’un tersi yani. Erzurum’da da muhteşem mimari eserler vardır ama muhafazakar biri değilseniz bir an önce Erzurum’dan siktir olup gitmek istersiniz. Gravyer peynirciden peynirimi aldım. Bir bar gördüm. Kaz taşıyan bir adam gördüm.
Faik Bey Caddesi üzerinde çok fazla Rus mimarisi izi görülmüyor. 70’li yıllarda Anadolu’da ana caddelere yapılmış olan yüksek binalar var. Bunların çoğu işyeri. Dönüp de bir daha bakmayacağınız binalardan. Faik Bey Caddesi’nin daha çok kale tarafında kalan sokaklarına birer birer girip çıktım. İşte oralarda muhteşem Rus binaları var. Kulaklıkla Kardeş Türküler’in son albümünü dinleyerek yaptım bu yürüyüşleri. İşte keyifli anlar onlardı. KT, 97 yılında ilk kasetlerini yapmıştı. O kaseti o kadar çok dinlemiştim ki… 20 sene sonra ondan da güzel bir albüm yapmışlardı. “Halale” türküsünü defalarca kez dinledim. O türkü bana hep Kars’ı hatırlatıyor. Valiliğin olduğu sokak en güzeliydi. Orada en güzel Rus binası vardı. Şu anda defterdarlık olan o bina gerçekten muhteşem. Ve o meydan adeta St. Petersburg. Video alırken güvenlikten uyarı almadım değil.
Sonraki durak Hotel Çeltikov ve kale bölgesiydi. O yollar illa ki oraya çıkıyor. O yıllardaki telefonumun navigasyonu çalışmadığı için her yeri el yordamıyla bazen de sorarak buluyordum. Hotel Çeltikov’u da insanlara sordum. Dar bir sokaktan ona doğru gidiyordum. Görülmüyordu. Sonra birden bütün ihtişamıyla karşıma çıktı. Zamanında çok zengin bir Rusun konağı olan bu yapı şu anda oteldi. Önündeki yol dar olduğu için fotoğraflanması zordu. Şimdi drone çağında çok güzel fotoları vardır eminim.
Kale bölgesine doğru giderken Kars kaz evini gördüm ve içeri daldım. Kaz şiparişini verdim. Mevsimi olmamasına rağmen muhteşemdi. Etkilemek için Kars’a götürdüğünüz “bayanı” mutlaka oraya götürün. Tabii Kars’a götürüldüğü için etkilenecek bayan oranı %3 falandır en fazla. Muğla, Antalya, İzmir’in pahalı ve gösterişli mekanlarına götürün gerisini… Hesabı da mutlaka siz ödeyin.
Kale bölgesine geldim. Oradaki kilise çok meşhurdur. Şu anda camidir. Ama fotoğraflarda hep o görülür. Tipik bir Ermeni/Gürcü mimarisi örneğidir. Ahtamar Adası’ndakinin aynısıdır. Rengi siyaha yakındır yalnız. Kalenin eski fotoğraflarında eteklerinde evler olduğunu da görüyoruz. Şu anda yıkılmışlar. Ev demişken tarihi ahşap evler değil gecekondular varmış. Yıkılmaları iyi olmuş. Kaleye doğru zorlu bir yürüyüş var. Ama çıktığınızda manzara görmeye değer. Bir taraf şehir öbür taraf doğa. Kalenin arkasında güzel bir dere ve yanında da güzel yapılar olduğunu gördüm.
İndim ve oraya yollandım. Orada bir prensin köşkü olduğunu gördüm. O da çok güzel bir binaydı ve oteldi. Dere kenarında bahçesi vardı. Oturdum ve garsondan bira istedim. Yoktu. Çay istedim. Vardı. Çay da güzeldi. Hayret! Dört beş bardak çay içtim. O ortam çok keyifliydi. Az ileride bir bina daha vardı. Askeri karakolmuş önceden. Şu anda konservatuvar. Kapısı kapalıydı. Ama çitlerden atladım ve patikadan ona ulaşarak etrafını gezdim. Normalde köpek fobim bunu yaptırmazdı ama nedense o anda cesaret buldum ve daldım binanın bahçesine.
O yoldan dönerken bir kaz çobanı benden yardım istedi. Kazları dereye inmişlerdi ve onları oradan çıkartamıyordu tek başına. Ben bir taraftan onlara taş atıp, kış kış yaptım; o da diğer tarafta onları kontrolü altına aldı.
Sırada Kars Fethiye Camisi vardı. Eski fotoğraflarında, kulesinin üstündeki kubbelerle Moskova’daki meşhur kiliseye benzeyen bu yapıyı görmeliydim. Taksiyle yollandım oraya. Kubbeler Rus dönemini anımsattığı için tıraşlanmıştı. İki tane de minare kitlenmişti yapıya. Eski görkemli halinden eser yoktu ama yine de görmeye değerdi. O yapı zamanında hep kilise hem de idari yapıydı. İçindeyken o dönemleri düşündüm. Gezim sona ermişti. Ana caddeye çıktım. Bir yerden ucuz yollu döner yedim. Yine 30 bin adımı atmış olmalıydım. Dinlenme vaktiydi. Öğretmenevine gittim. Odamdan sırt çantamı alıp dışarı çıktım. En yakın tekel bayisinden iki bira ve bir paket cips alıp odama döndüm.
Biralarımı keyifle içtim. İstanbul’a dönünce buluşacağım ve sonrasında da evleneceğim kadınla mesajlaştım. Karımla daha önce flört etmeye başlamış olsaydık ve onu oraya götürseydim Kars’ı ki ileride karımı ve oğlumu götürmeyi düşünüyorum Kars’a. Bu sefer hep beraber Iğdır’a da gideriz ve Ağrı Dağı’nı görürüz…
Şehrin yarısı falan hiç Türkiye’ye benzemiyor…
Diğer yarısı aynı Türkiye’nin geri kalanı gibi, yani bok gibi…
Halkı tamamen çekilmez değil.
Gidin, pişman olmayacaksınız.
Not: Yazım yanlışlarına bakamayacağım.
Alakasız Not: Tanju Çolak 0,90 gol oranına sahiptir.