Şu anda, Türkiye’nin siyasi atmosferinin neredeyse tamamını meşgul eden kasetlerle ilgili konuşmadan önce, bana göre, Türkiye’de bir burjuva-sermaye-patron diktatörlüğünün egemen olduğu ısrarla vurgulanmalı. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca böyle olduğu da. Bu diktatörlüğün, şu anda dünyadaki başat siyasi güç olan ABD ve AB emperyalizmine koşulsuz bağlı olduğu, onun uşağı olduğu da göz ardı edilmemeli.
Böyle bir ülkede “iktidar” olarak sahnede görülen aktörler aslında bu geniş egemen blokun siyasi temsilcisidirler. Dünyanın en büyük yalanlarından birisi halkın tamamen özgür iradesiyle sandığa giderek kendisini “yönetecek” “kişileri” seçtiğidir. Böyle bir şey yok! Bu egemen blok bir sürü faktörün etkisiyle bir aktörü pişirir, o aktör de iyi uşaklık yapacağını, halkı uyutacağını beyan eder ve iş böyle biter. Bunu sağlayan, egemen blokun sahip olduğu muazzam güç ve halkı kandırma kabiliyeti.
Bu güç, aktörle devam eder veya onu değiştirir.
Bugün Türkiye’de olan biten budur. Egemen blok aktörü değiştirmek istiyor. Bunu çok iyi bilen Erdoğan’ın buna verdiği inanılmaz bir yanıt var. O bunu yapmak zorundadır. Çünkü hız kesemez. Gideceği yeri çok iyi bilir.
Peki ne oldu da bugünlere gelindi?
Yine bir gerçeğe dikkat çekelim. Sermaye sınıfının, kendisini temsil eden siyasi aktörün hırsız-rüşvetçi olmasıyla alıp veremediği hiç ama hiçbir şey yoktur. O siyasi aktör, asıl büyük hırsızlık olan kapitalizmi sürdürsün de bu arada ona da beş, on milyarcık gitmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Tarih böyle örneklerle doludur. Buradan hareketle hırsızlık yapan burjuva siyasetçiyle hırsızlık yapmayan burjuva siyasetçi arasında bir ayrım yapmak da tehlikelidir. Örneğin Bülent Ecevit: Kesin bilmiyoruz ama onun rüşvet almadığı iddia ediliyor. Peki “Türkiye’ye komünizm gelmediyse bu bizim (CHP) sayemizdedir.” diye bir cümle kuran ve bu minvalde politik manevralar yapan bir aktörü hırsızlık yapmadı diye aklayacak mıyız?
Bugün yaşananlar şunların sonucudur: AKP ve özelde Erdoğan’ın müthiş bir öfke biriktirmiştir, toplumun akıl sağlığıyla oynamıştır, burjuva iktidarının meşruiyetinin sorgulanabildiği halk hareketlerine sebep olabilme ihtimalinin ortaya çıkarmıştır. Batı emperyalizmini Suriye’de rezil etmiştir. Sermaye diktatörlüğü bunu kaldıramaz. Dolayısıyla diğer sadık uşakları aracılığıyla bir operasyon yürütüyorlar.
Erdoğan kapitalizmden daha büyük değil. Haziran Direnişi’nin egemenlere korku salan kararlılığı, bir aktör değişimini zorunlu kıldı. Bu kadar önemli tape’leri yoksa ne tek başına Hizmet hareketi ne de üç beş zibidi kullanıma sokabilir.
Bu masaya tekmeyi biz attık, ondan kimsenin şüphesi olmasın. 2. Cumhuriyet rejimini kabul etmedik. G*t kılı olmadık. Derin uykudan uyandık.
Tekrar uyutulmak isteniyoruz.
Tehlike burada.
Yoksa, yeni rejim, yağmaya, talana, dincileşmeye bir nebze çeki düzen verecektir ama bunlardan asla vazgeçmez. Şu anda AKP eliyle hurma cumhuriyetine dönüştürülmüş devlet aygıtını tekrar o “sanal” saygınlığına kavuşturmak isteyecektir.
Batı emperyalizmi askeri ve ekonomik olarak hala dünyanın jandarması ama eski siyasi gücünde değil diyoruz. Sürekli mağlubiyetler alıyor. Türkiye’de giydirmeye çalışacağı yeni deli gömleğini başarılı bir şekilde giydir(e)meyeceğini hep beraber göreceğiz. Ama şurası kesindir ki 30 Mayıs’taki Tayyip düzeni bitmiştir. O padişah bir daha asla gelemez. Bunu tekrar tesis edilmesi, akıllara Marx’ın Napoleon Bonaparte için sarf ettiği “birincisi trajediydi ikincisi komedi” cümlesini getirmeli.
Egemen blok geri zekalı değildir. Türkiye başı boş bırakılacak bir ülke hiç değildir.
Halk mı? Sol seçenek ne kadar güçlenirse -ki bunun için bütün şartlar fazlasıyla mevcuttur- o kadar şansı var.
Bu yazıyı Facebook’ta yazdım. Facebook’ta insanların politik paylaşımlarda bulunmasına asla bir şey diyemem. Ama “değneksiz köyde delikanlı” da olmamak lazım.
Kendi adıma söz veriyorum: Facebook’ta esip gürlememle, sol seçeneği yaratmak için hayatımda bir takım zahmetlere girme konusunda doğru bir orantı olacaktır.
Yani ne kadar gerçek iş, o kadar “değneksiz köyde delikanlı” olmak…