Bu yazıyı gözümüzle okumalıyız. Çünkü ülkemizde metinleri göz organı yerine başka organlarla okumak yaygın bir davranıştır.
Bu yazı sonunda kitap okumanın değersiz ve gereksiz bir faaliyet olduğu anlaşılırsa küserim. En başta ben böyle bir insan değilim. Sürekli kitap okuyan birisiyim. Hatta eleştirilmesi gereken bir tutumum var. Hiç edebiyat tüketmiyorum. Sürekli siyaset, felsefe ve tarih kitapları okuyorum.
Tabi bu yazının amacı yüzeysel bir kültür fotoğrafı çekmek değildir. Siyasi arayışların, sorgulamaların gereği kitap okuma olgusunu ele almak niyetindeyim. Sosyalizm mücadelesinin şu anda yürütücüleri, potansiyel alıcıları ve gelecekteki sahiplenicilerinin kitap okumak eylemiyle oluşturdukları mesafeyle ilgilenmek istiyorum. Bu arada hatırlatmak isterim bu bahsettiğim insanlar Türkiye’de yaşıyorlar ve biz de Türkiye’de sosyalizmin gerçek bir alternatif olması için çalışıyoruz.
İstatistikler önemlidir. Soyutlaması yapılmayan bir istatistik sadece bir sayıdır evet, ama istatistikler rakamlar her zaman çok çok önemlidir bana göre.
Başlayalım ağlamaya:
Türkiye’de her bin kişiden sadece birisi kitap okumaktadır. Binde bir…
Televizyona günde ortalama altı saat ayırmaktayız.
İnternete üç saat.
Hemen parantez açalım: Bir televizyon programı da veya İnternette geçirilen süre de kişiye faydalı olabilir. Onun aydınlanma sürecine katkıda bulunabilir ama dünyanın hiçbir kapitalist ülkesinde durumun böyle olmadığını çok iyi biliyoruz. Aptal kutusu işte…
Devam edelim: Şu andaki üniversite mezunların toplam nüfusa oranı 1965’e göre 15 kat daha fazladır fakat okuma oranları 1965’in gerisindedir.
Kitaplar ortalama 2000-3000 baskıyla basılmaktadır.
Durum acı yani.
Yani açıkçası Türkiye’de insanlar, emekçi sınıflar kitap okumuyor. Keps okuyorlar.
Okuyanlar da faydasız şeyler okuyorlar. Boktan polisiye, gizem veya din kitapları okuyorlar. Saçma “kişisel gelişim” kitapları okuyorlar. Politikaya magazinel yaklaşan kitaplar okuyorlar.
Basılı yayın da okumuyorlar. Basılı yayın çıkaranların çok iyi düşünmesi lazım. Örgütlü siyasetten uzak, eğitimsiz emekçilerin asla ilgi göstermeyeceği, kendisini okutmayan, merak ettirmeyen, o kişinin dünyasına giremeyen bir basılı yayın çıkarmak yanlış bir taktik bana göre. Boş yere zaman ve enerji kaybı. Denedik, acı bir şekilde gördük.
İnternet haber sitelerini daha etkin ve çekici hale getirmek şimdilik yapılacak en iyi hamle. Bu arada insanlar köşe yazısı da okumuyorlar. Örnek vermek gerekirse, soL Haber Portalı günde yüz binlerce tıklama alırken, köşe yazıları maksimum on bin tık alıyor. Bu maksimum sayı. Ortalama bunun da altında. Yani köşe yazarını sadece merak eden takipçi okuyor.
Durum bu.
Yani kıçımızı da yırtsak insanlar okumuyor.
Lenin’e göre gerçekler her zaman somuttur. Abartılı veya eksikli gelebilir ama tamamen yanlış diyemeyiz.
Bu durumda devrimci bir siyasetin peşinden koşan bir özne ne yapmalı?
Taktiğini kitap okumak, okutmak üzerinden oluşturmamalı.
Önümüzdeki yıllarda Türkiye’de siyasi krizlerin olma olasılığı çok fazladır. Bu siyasi krizler toplumsal hareketliliklere sebep olacaktır. Belki de Gezi Direnişi’nde olduğu gibi milyonlarca “Anti-Dühring”i okumamış emekçi ayağa kalkacaktır.
Devrimci özne var olanı allahın emri kabul etmez ama yaşadığı ülkenin somut gerçekliklerini dikkate almak zorundadır. Yoksa hariçten gazel okur, başka bir şey yapmaz.
Aslında durum o kadar kötü değildir. Türkiye’de ve dünyada kapitalizm ideolojik olarak çok iyi gitmemektedir. Görüntüde sarsılmazdır ama sorgulamalara açık, ikna kabiliyetini her geçen gün yitiren asıl önemlisi her geçen gün de insanlara somut acılar yaşatan bir haldedir.
Sistem sadeleşmeye gitmektedir.
Bir emekçinin sınıf bilincine ulaşması için oturumlar oturumlar zorunlu değildir artık. Birey sistemin işleyişini “Devlet ve Devrim”i okumadan da kavrayabilir. Bu imkansız bir şey değildir.
Yani bu mesele de -her şeyde olduğu gibi- çift yönlüdür. İnsanların bilinçlenmemesi için her türlü kafa karıştırıcı materyal mevcuttur ama bu bilince ulaşması da ütopik bir şey değildir.
Bir somut gerçek daha: AKP emekçi kitlelerin analarından emdikleri sütü burunlarından getirmektedir. Çalışma saatleri, yaşam koşulları acımasızdır. Türkiye’de emekçiler “ortalama” 10 saat çalışmaktadırlar. Böyle bir durumda çok az insan kitap okuyup bilinçlenme işine vakit ayırabilmektedir.
Ve de sosyalist siyaset gerçek, görünür bir güç olmadıkça da bu insanlar asla ve asla, katiyen Marksist klasiklere ilgi duymayacaklardır. Hatta güç olduktan bir süre sonra bile ilgi duymayacaklardır.
Bu durumda devrimci öznenin hayal aleminde yaşamayı bırakması ve mücadele ettiği coğrafyaya yakından bakması gerekecektir.
Devrime yürüme yolunda bir takım güncellemeler yapmak kaçınılmazdır. Yüzünü emekçilere dönmeli ve onların dünyalarına girme yollarını araştırmalıdır.
Dediğim gibi bu yazıdan kitap okumanın gereksizliği ve değersizliği anlamı çıkarana küserim.
Ayrıca bütün Marksist klasikleri de herkese tavsiye ederim. Canı gönlümle. Bambaşka bir insan olacaksınız.
Bambaşka bir dünya içinse, beni, “bunların hepsini okumazsanız da yaparız” demeye mecbur bıraktığınız için size teessüf ederim.
Başlangıç seviyesi okuma listesi:
Komünist Manifesto,
Ütopik Sosyalizm Bilimsel Sosyalizm,
Gotha ve Erfurt Programlarına Eleştiri,
Alman İdeolojisi,
Fransa Üçlemesi,
Bolşevik Devrimi,
Ne Yapmalı?,
Nisan Tezleri,
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,
Anti-Dühring
Ütopik Sosyalizm Bilimsel Sosyalizm,
Gotha ve Erfurt Programlarına Eleştiri,
Alman İdeolojisi,
Fransa Üçlemesi,
Bolşevik Devrimi,
Ne Yapmalı?,
Nisan Tezleri,
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,
Anti-Dühring
Bir senede “olursunuz”. Bir sene insan hayatında çok kısa bir zamandır.
İyi günler.