Kuru Otlar Üstüne

İnsanlar ikiye ayrılırlar: normal tipler ve enteresan tipler. Baran Doğan

Bu cümleyi birçok yazımda kullandım. Elbette bu cümlede mizah var. Sosyal medyada Atatürk’e, Mevlana’ya, Che’ye, Yılmaz Güney’e, Hz. Ali’ye, Neşet Ertaş’a vb. ait olmayan sözler sanki onlara aitmiş gibi dolaştırılıyor. Adeta bir ünlü adam özlü sözü bombardımanı var. Bu durumu tiye almak için ben de böyle bir cümle uydurmuştum. Cümlede yazan şey ise tamamen şaka değil. Yani dikkat çekmek istediğim şeyler de var…

Normal tiple enteresan tipin macerası sanki büyük yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın filmografisinin özeti gibi… İlk filminden itibaren “aydın”, “entelektüel”, “bilgili”, “ayrıksı” insanlar yakın çevresi arasındaki uyuşmazlığı işliyor filmlerinde. “Üç Maymun” ve “İklimler”i (?) ayırırsak, bu tema yönetmenin filmografisine fazlaca etki etkiyor.

Bunun problem olmadığını düşünüyorum çünkü gerçekten çok önemli bir tema. Şurada üç, beş “aydın”, “entelektüel”, “ayrıksı” insanız zaten, hepimiz bunun büyük bir problem olduğunu biliyoruz değil mi?!

ÇAT NEDİR?

Bu yazıda çokça kullanılacak olan ÇAT’ın açılımına bakalım: çevre, aile, toplum…

Normal tip ile enteresan tipe dönelim ve onların ÇAT’la ilişkisine odaklanalım… Evet, aslında gerçekten büyük oranda insanlar bu şekilde ikiye ayrılıyorlar. Zengin ile yoksullar arasındaki ayrım bile bu ayrımdan daha önemli değil bana göre. Zengin, yoksul… Kadın, erkek (çok önemli bu)… İşçi, patron (Marksistler yazıyı burada terk edeceklerdir)… Boğa burcu, yay burcu (spiritüelciler yazıyı burada terk edeceklerdir)… Anarşist, sosyalist, Ak Partili, CHP’li, iddiacı, otçu, LGBT, müdür, Kürt, Çerkez, Eskimo, güzel, tipsiz, aseksüel, Ronaldocu, gerilla, özel harekatçı, enerjici, yogacı, türbanlı, Tindercı, simitçi, kahveci, gazozcu…

ÇAT, bütün bu insanlara bir düşünüş ve yaşayış tarzı dayatır! Sahip olunan özellikler radikal olunsa bile o lokal çevre o insana belli standartları olan bir düşünüş ve yaşayış tarzını dayatır. Mesela evde koca bekleyen bir gelin adayıysanız bile ÇAT’ınızı şok edecek davranış ve söylemlerden kaçınmanız gerekir veya dağa çıkmış bir insan olsanız bile o lokal çevreyi (yani dar ÇAT’ı) şok edecek davranış ve söylemlerden kaçınmanız gerekir…  

Bunların hepsi normal tiptir işte. Enteresan tipi ise zaten konuşur konuşmaz teşhis edersiniz. Bir de onlar vardır. ÇAT’ın direktiflerini dinlemeyen, onu şaşırtacak tutum ve davranışlardan kaçınmayan insanlar vardır. Yoksullar ve cahiller arasında çok fazla enteresan tip çıkmaz! Bunu da belirtelim, sonra şey olmasın. Ama çıkar mı da çıkar! Düşük ihtimal ama çıkar! 5000 kişilik bir kasabada bile çıkabilir. Bir gizli örgütte bile çıkabilir. Ülke yöneten bakanlar kurulu içerisinde bile çıkabilir.

Nuri Bilge Ceylan bu kişi ve onun yakın çevresiyle, yaşadığı coğrafyayla uyuşmazlığına çok ilgi gösterir. Kendisini tanımıyorum ama öyle biri olduğuna dair bahse girebilirim. Bugüne kadar ÇAT’ımı çok fazla hırpalamadım, hırpalayamadım ama ben de biraz öyle biriyim. Öyle olan insanlar da daha çok ilgimi çeker…

Gelelim bu filme…

Bu filmdeki ahlat ağacı kim?

Samet Hoca…

Biz öğretmenlerin çok iyi bildiği durumlar, mevzular var filmde. Samet Hoca Erzurum’un bir köyüne, bir Kürt köyüne atanmış bir resim öğretmeni. Aslında çok farklı bir insan değil. Bir aydın mı? Aydının tanımı kesimden kesime değişiyor. Bu kesimler de kendilerinden başka bütün kesimleri cahil, aymaz hatta giderek hain gördüğü için bu insanları ortak bir aydın tanımına ikna etmek beyhude bir çaba. Okumuş, yazmış, bilgili, görgülü insan yani. Samet Hoca böyle biri. Enteresan tiple normal tip arasında bir yerde. Ev arkadaşı Kenan daha çok normal tipe yakın, hatta bayağı bayağı bir normal tip. Diğer ana karakterlerden olan Nuray hoca ise, bir bomba patlamasında (Ekim 2015 Ankara patlaması ima ediliyor) bacağını kaybetmiş bir insan. Filmi sarsıcı yapan unsurlardan biri de bu olay. Nuray karakterinin bir uzvunu kaybetmiş olması onu çok farklı bir yere koyuyor. Ona normal demek çok kolay değil. Bu olayı düşünmemek, hesaba katmamak kolay değil ama bu başarılırsa ve düşünce yapısına bakılırsa normal bir tip olduğunu düşünüyorum. Samet’in bir konuşmada dediği üzere, “bir araya gelmiş insanların aynı düşünme konforu”na sahip. Örgütlülüğe olan inancını kaybetmiş biri olarak bu cümle beni etkiledi. Nuray bir uzvunu yitirmesine ve hayatta umut adına elinde hiçbir şey olmamasına rağmen hala örgütlü insanın ağzıyla konuşuyor. Üstelik Erzurum’un ilçesinde ve o insanlarla, yüce ideolojilerin amaçladığı yüce şeylerin başarılamayacağını görüyor olması lazım. Ama görmüyor ve hala umut, dayanışma, özgürlük, eşitlik falan diyor. Çünkü ÇAT’ısının sınırlarını delmek istemiyor. Bu, aklına gelmiyor. İnsan sosyal bir varlıktır ne de olsa…

Filmdeki Sevim adlı ortaokul öğrencisine bakalım… O enteresan bir tip mi? Samet hoca onu farklı buluyor ve ona farklı yaklaşıyor. 21 yıllık öğretmenim. Hesaplarıma göre bugüne kadar 5000, 6000 öğrenci tanıdım. Akademik başarıyı kastetmiyorum. Onu başaranlar her yerden çıkabilir. Fakir ailelerden daha az çıkar. Öyle öğrenciler gördüm. Kitap okuyan öğrenciler gördüm. Bir şeyleri sorgulayan öğrenciler gördüm ama bu sorgulamayı ileriye taşıyacak, kendisini maddi olarak kurtarıp ÇAT’ıyla kavga etmeyi göze alabilecek çok az öğrenci gördüm. Bu kararlılıkta çok az öğrenci gördüm. İyi, sevimli, başarılı öğrenciler vardır ama o öğrenciler büyürler ve yine Ak Parti’ye, CHP’ye oy vermeye devam ederler. Yakın çevrelerinin etkisiyle HDP’ye de verirler. Yine çevrenin etkisiyle 10 bin sosyalistten biri de olabilirler. Biz “ahlat ağaçlarının” daha doğrusu o “ahlat ağaçlarının” şu ülkede yatacak yeri yoktur yani…   

İDEALİST ÖĞRETMENLİK

Samet’in Sevim’i farklı bulması ve bir şeylerin değişmesi gibi ütopik bir amaç uğruna ona diğerlerinden farklı davranması kendisinin hatası mıydı? Bence öyleydi. 21 yılda idealizmde geldiğim seviyeyi burada yazarsam bayağı seviyesiz olmuş olurum. Derse girerim… İşi savsaklamam… Verilmesi gerekeni veririm… Birilerinin özel yönlendirmeye ihtiyacı olduğu belliyse onu yaparım… Ama gerçekleşmeyeceği kesin olan şeyler uğruna boş yere kürek de çekmem! Bunu öğrencilere veya velilere açıklamam. Onlarla konuşurken politik davranırım. Ama böyle düşünmeye devam ederim. Bence doğrusu budur. Samet de böyle yapmalıydı. Öğrencilere hediye falan almak hiç iyi bir fikir değil. Bırakın hediyeyi övgü dolu sözlerinizde ve hatta gülümsemenizde bile dikkatli, demokratik olmalısınız öğrenciye karşı. Çünkü onlar kafalarında bir şeyler kurarlar, o kurdukları şeyler sorunlara sebep olur ve sıkıntısını çekersiniz. İlk yıllarda öğrencilerle ben de fazla samimi oldum. Ama kısa sürede böyle olunmaması gerektiğini kavradım. Filmin ilk sahnelerinde gördüğümüz öğrenciyle temas ise kesinlikle olmaması gerekir. İlkokul öğrencileri siz fark etmeden gelir size sarılır. Onları bile uygun bir dille uyarmalısınız ama ortaokul öğrencileriyle kesinlikle temasa geçilmemeli. Böyle hataları var Samet hocanın. Hatanın daha büyüğü ise Sevim’i veya diğer bazı öğrencileri farklı değerlendirmesi ve onlardan başaramayacakları şeyler umması…

Peki, hep mi böyle gidecek? Hiçbir şey değişmeyecek mi? Elbette değişecek. Bir şeyler iyiye gidecek ama bu şeyler bir insanın çabasıyla olmayacak. Kısa sürede olmayacak. Bu kesin bence. O yüzden riskli şeyler yapmamalı. Erzurum’un bir köyünde yaşayan bir çocuğun çok farklı olduğunu ve tüm toplumu değiştireceğini düşünerek, onunla okuldaki tüm insanlardan gizli bir özel dünya kurmaya çalışmak büyük bir hatadır. Bile bile lades demektir. Samet’in serzenişlerini haklı bulmuyorum. Arkadaşı Kenan’ın söyledikleri doğru: Erzurum’un Kürt köyünün kendi gerçekleri var. Kendi dengeleri var. Bunlar beğenilmeyebilir. Bunlara ani müdahaleler yapmak doğru değil. Başa iş alınacağı kesin gibi bir şeydir. Kıyafet yardımı, ders kitabı yardımı, gıda yardımı olabilir. Yani o çocuğa aslında her gün ceviz, süt yedirmek, onu kalorifer dairesine gizlice çağırıp eline “Ölü Ozanlar Derneği” kitabını veya Rus klasiklerini vermekten daha yerindedir.

TAŞRA

Sosyal medyada NBC’yle yapılmış bir söyleşiden bölümler yayınlandı. “Neden hep taşra?” sorusu geldi yönetmene. O da “Taşra falan önemli değil, insan her yerde aynı” minvalinde bir şeyler söyledi. Öncelikle üstada katılmıyorum. İnsan her yerde aynı değil. Nevşehir’de yaşayan insanla Köyceğiz’de yaşayan insan aynı değil. Palu’da yaşayan insanla Şarköy’de yaşayan insan aynı değil. Samandıra’da yaşayan insanla Selamiçeşme’de yaşayan insan aynı değil. İnsanları birbirlerine ilettikleri sorunlar da aynı değil. Ama NBC’nin tüm filmlerinde olduğu gibi, ÇAT’la sorun yaşayan enteresan tiplerin içlerinde hissettikleri benzer şeyler olabilir. Onu kastetmiş olabilir.

Filmografisinde ilk defa Kürt taşrasını görüyoruz. Filmine TRT’nin yapımcı olduğu NBC’nin bu konuda söyleyeceklerinin sınırı vardır. O sınır belki kendi iç dünyasında da vardır. Yine de her şeye rağmen bu konuda TRT gibi durmadığını ortada durduğunu görüyoruz. Bu bile büyük bir şeydir. Ama bu filmdeki bazı şeylerin Kürt siyasetine inanmış insanlarda rahatsızlık yaratacağını tahmin ediyorum. Bir siyasete inanmak böyle bir şeydir çünkü. O inanılan şey kusursuz ve eleştiriden muaftır. İdeolojileri yığınları inandırmak için şart olan bir şey vardır: mit! Elbette hepsi değil ama Kürt siyasetine inanan insanların çoğu Kürt insanının, Kürt coğrafyasının muhteşem yerler olduğunu düşünüyordur. Oysa orası da Türk taşrası gibi bir taşradır. Hatta bence Türk taşrasından, son günlerin popüler deyimiyle “bi’ tık” daha geridir. Elbette bu biraz da TC’nin tercihidir. Feodal unsurlar Kürt coğrafyasında biraz daha diridir. Kapalı toplum yapısı orada biraz daha güçlüdür. Sonuca bakarsak bunu görüyoruz. Bu sebeple Kürt taşrası, tıpkı Türk taşrası gibi güzellemesi yapılmaması gereken bir şeydir. Bütün bunların üstüne, Kürt sorunu o kadar büyük ve önemli bir sorundur ki bütün bunları geride bırakarak bir şeyler söylemeyi, bir şeyler yazıp çizmeyi adeta imkânsız hale getirmektedir. Çünkü bu konuda ülke ikiye bölünmüştür: Kürtler ve onları sevmeyen, onları çevrelerinde istemeyen (Ak Partili ve CHP’li) Türkler. Çok az Türk bu konuda böyle düşünmez. Bu durumda Kürt coğrafyasında geçen bir film çekilince herkesi memnun edecek bir film çekmek imkânsız hale geliyor. Ortadan ikiye, daha doğrusu iki buçuğa bölünmüş bir toplum olan TR toplumunda bütün büyük meseleler insanın eline, ayağına dolanıyor.

Bütün bu yaşanılanlar Türk taşrasında da olabilirdi. Kürt taşrasında da olur. Hatta o bahsettiğimiz “bi’ tık” gerilikten dolayı biraz daha fazla taşra bulantısı yaşanabilir.

Filmi NBC’nin en iyi filmlerinden biri saymamamın bir sebebi de o genç köylü karakter. Dağa çıkmayı düşünen ve filmin sonunda dağa çıktığını anladığımız bu karakter sanki biraz Kürtleri de incitmemek için oraya konulmuş gibi. Oysa filmin ana ilerleyişiyle pek bir bağı yok. NBC’nin da burada çok ortalamacı olmadığını belirtmemiz lazım. Çünkü karakter lümpen bir karakter. Sen neyi, niçin istiyorsun? Sana istediğini vermeyenler neden vermiyorlar? Bu formülasyonu iyi yapmış aslında, bunu da es geçmek olmaz. 

NBC filmlerinde neden genelde taşra var? Çünkü çevresiyle uyumsuz olan enteresan tip en iyi oralarda resmedilir. “Uzak”taki Mahmut’un üniversiteden arkadaşlarıyla buluştuğu sahneyi hatırlayalım… Orada mı bir uyumsuzluk vardı yoksa Yusuf’la ev içinde yaşadığı olaylarda mı? İstanbul’a tayini çıkmış Samet hocanın Beşiktaş’ta bir barda arkadaşıyla buluşması, bir NBC filminde fark yaratmayacaktır.

ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMAK

Bundan bahsetmek istiyorum. X’te bazı yorumlarda NBC’nin yeterince politik olmadığı ve dolayısıyla büyük bir sanatçı, büyük bir aydın olamayacağı öne sürülüyordu. Ezilenlerin sorunlarını filmlerinde dile getirmeli, bu büyük acıların kaynağını teşhir etmeliydi… Bu kadar büyük bir saçmalık olamaz! Türkiye’nin NBC “bandında” bir sanatçısı veya sporcusu yoktur bana göre. Bir tek Orhan Pamuk vardır ki o da “elini taşın altına koymaz”. Dünya çapında eserler üreten bu insanları, o insanların gözlemleme kabiliyetinin çeyreğine sahip olmayan insanların suçlamaları tarihin ironilerinden biri olsa gerek. İnsanı ve yaşamı çok iyi tahlil eden ve onu çok iyi yansıtan bu sanatçılar mesela nasıl ellerini taşın altına koysalardı? Ayda yılda bir, sekiz dokuz işçiyle patlak veren ve hepsi sönümlenen işçi grevlerini mi anlatsalardı. İşten atılsalar bile Ak Parti’ye CHP’ye oy vermeye devam eden insanları mı kahramanlaştırsalardı. Bu kadar büyük ekonomik yıkıma rağmen iktidarı değiştirmeyen insanları mı anlatsalardı. Nuray’la Samet’in diyalogunda bu konu açılıyor. Samet “aynı şekilde düşünmenin getirdiği konfor”dan bahsediyor. Haksızlıklara karşı mücadele ettiğini iddia eden insanların en önemli motivasyon kaynakları olarak ben de, öyle bir insan olmanın ve bir topluluğun parçası olmanın geldiğini düşünüyorum açıkçası. Yine normal tipe çıkıyoruz. Ondan bir şekilde düşünmesini ve davranmasını bekleyen bir dar çevre var. Tekrar ediyorum, herhangi bir şeye “inanmış” olan bir insana o şeydeki yanlışlıkları kabul ettiremezsiniz. O insanlar gönüllü olarak kafalarını kuma gömerler. Ayrıca üst tabaka tarafından çok güzel de büyülenirler. Nuri Bilge gibi film çeken bir insan Türkiye’de yok, dünyada sayılıdır. Bunun değeri görülemiyor.

TOPARLIYORUZ

Nuri Bilge filmlerini “teknik” olarak değerlendirmek beyhude bir şeydir bana göre. Görüntü yönetiminin iyi olması, oyunculukların iyi olması vs. Bunlar ta en başından beri olağanüstü. Oyuncu performansları ilk zamanlar çok çok iyi değildi gerçi. Ama zaten bir filmin ne anlattığından ziyade ilk olarak onun oyuncu performanslarına bakıyorsanız sinemayı ele alış şeklinizi değiştirin derim ben… Sanırım ilk defa bu filminde gördüğüm şeyden bahsetmeliyim. Belki de Türk sinemasında bir ilkti. “Ahh Belinda” geliyor aklıma ama orada durum farklıydı. Filmde Brecht etkisinde çekilmiş olan bir sahne var. Brecht izleyicinin oyunun içine gömülmesini, özdeşleşme yaşamışını engellemek için bazı hilelere başvurur. İzlediği şeyin bir oyun olduğunu seyirciye hatırlatmak ister. Oyuncular döner ve seyirciyle konuşur örneğin. Burada da Samet odadan çıkıp dekorun içinde geziyor ve sonra tekrar odaya giriyor. Yani bu bir kurmacadır demek istiyor. İlk defa gördüm böyle bir şeyi. Daha önce vardıysa da benim cahilliğimdendir.

Nuri Bilge bence “Bir Zamanlar Anadolu”yla başlayan süreçten sonra Türk sinemasının en iyi üç filmini çekti. Ben “Uzak”ı da ilk 10’da bir yerlere sokarım. “Kuru Otlar Üstüne” yi bu listede görmüyorum ama adeta Zeki Demirkubuzlaşmış bir şekilde çok etkileyici, çok keskin iki temayı seçerek insanı geren bir film çekmiş. Rahatsız edici bir film. Sanat eserleri vasıtasıyla rahatsız olmaya tek kelimeyle bayılan bir insansım. Filmin etkisinden hala çıkamadım. Top 10’a girmese de çok çok iyi bir film o halde…

Son olarak da filmin afişini beğenmediğimi eklemeliyim. Filmlerin birden fazla afişleri olur. Bu filmin sık kullanılan afişleri Adıyaman’daki Cendere Köprüsü ve Karakuş Tümülüs’ünden alınmış. Oysa filmin neredeyse tamamı karlar altındaki o Erzurum taşrasında geçiyor.      

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.