Yılmaz Supertramp: Ne oldu, niye tıkanmış trafik? Kaza falan mı var?
Adam: Yok ya! İpnenin biri arabayı yolun ortasına park etmiş. (Ekim 2011)
Başıma gelen bu diyalogu paylaşmamdaki amacım toplumun (her yerdeki) eşcinselliğe bakışını bir kez daha teşhir etmekti. Bu teşhiri yapmamdaki amaç da Kutluğ Ataman’ın “Lola + Billidikid/Lola ve Billy Kid”de (1999) anlatmaya çalıştığı şeyler için okuyucuyu hazırlamak. Daha önce “2 Genç Kız” (2005) adlı filmini izlediğim yönetmenin bütün filmografisini tersten izlemiş oldum. Zaten üç tane filmi var. Eşcinsel sineması diye bir kategori açmak ne kadar doğru bilmiyorum ama “Lola” bu kategoriden sayılıyor. Hatta Torino Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali’ne katılıyor. Bir açık eşcinsel olan yönetmen Türkiye’den göç etmiş ve Almanya toplumunda yaşayan eşcinsellerin yaşadıklarına kamerasını uzatıyor. Karakterler orada doğmuş ve kültür ikilemi içerisinde yaşayan karakterler. Hem göçmen hem de gay olmak iki kere hayatı zorlaştırıyor onlar için. Mücadele ettikleri unsurlar bir hayli fazla. Ne kendi gettolarında ne de metropol içerisinde rahat hareket alanı bulabiliyorlar. “My Own Private Idaho/Benim Güzel Idaho’m”u Almanya’da hayal edin; bir de üzerine yabancı düşmanlığını, Doğu halklarında biraz daha fazla görülen ikiyüzlü ahlak anlayışını ekleyin. “Lola” öyle bir film işte. İlgi çekici, çarpıcı, hazmı kolay olmayan bir film. “2 Genç Kız” gibi yerleşik değerlerle sorunları olan bir film. Bu övgüleri yönetmenin ilk filmi “Karanlık Sular” için yapamayacağım. Filmin “The Serpent’s Tale” diye bir adı da var. Batılıların oryantalist bakış açısıyla çektiği sözümona mistik, egzotik filmleri pek sevmiyorum. Bu film de- yönetmeninin burada doğup, büyümüş biri olmasına rağmen- böyle bir film. Mistik bir Doğu hikayesinden esinlenerek ortaya çıkmış. İngilizce konuşan karakterler, İstanbul’da bu hikayenin izinden giderek bir arayış içerisine giriyorlar. Fazlasıyla kopuk ve soyut bir film. Üstelik bu kopukluk beceriksizlik sonucu ortaya çıkmış gibi geliyor bana. Allah’a yakın bana uzak olsun.