Bir önceki yazımda bahsettiğim kitabı okurken hep aklıma Nesli Çölgeçen’in 1985 tarihli “Züğürt Ağa” filmi geldi. Filmi tekrar izledim. Filmde ismi verilmeyen züğürt ağa kitapta sürekli bahsedilen feodal egemenlerden biriydi ve tarımda yaşanılan gelişmeler onu da hayati derecede ilgilendiriyordu. Film birçok ankette Türkiye sinemasının en beğenilen yapımları arasında yer alır ve gerçekten de izlerken sınırsız bir kahkaha tufanı yaşanır. Ama benim filme getireceğim eleştirilerim var.
Döneminin koşullarında ve Yeşilçam içerisinde bütünlüklü olarak değerlendirildiğinde filme teknik olarak kusur bulmak zordur bana göre. Ama imkansız değil. Dublajdan hala kurtulunamamış bir dönemin filmidir “Züğürt Ağa” ve benim kişisel tercihlerim arasında dublajlı karakterler izlemek eksi puandır. Dublajı geçtim de bir filmde bir karakter kendisinden beklenmeyecek şekilde konuşunca yabancılaşma duygusu yaşıyorum. Bu film Şanlıurfa’da geçiyor ve doğal olarak karakterlerin kendi aralarında Kürtçe konuşmaları beklenir. Filmde bunun böyle olmaması bahsettiğim yabancılaşma duygusunu benim üzerimde kaçınılmaz kılıyor ama filme böyle bir eleştiri getirmek de haksızlık olacaktır kanımca. O dönemde Kürtçe; çarşıda, pazarda, hastanede her yerde yasaktı. Dolayısıyla bir filmde karakterlerin Kürtçe konuşması ütopik bir şeydi. Bugün ütopik değil. Hatta çarşıda, pazarda, hastanede serbest ama eğitim dili olarak kullanılması, akademik olarak geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması hala yetkililer gözetiminde. Bunların yanında filmde gerçekçiliği zedeleyen karikatür sahneler de var bana göre. Şener Şen, Kemal Sunal, İlyas Salman’lı Kürt bölgesinde geçen ama inandırıcılıktan uzak filmlerin etkileri yok değil. 1978 yılında “Kibar Feyzo”yla başlayan böyle bir furya vardır. Bu filmler bizi midemize kramplar girecek kadar güldürdüyse de gerçekçilik açısından bana göre sorunlu filmlerdi. “Züğürt Ağa” bir komedi filmi olmasına rağmen bu filmlerden daha ciddi bir film ama o furyanın olumsuz etkileri de yok değil. Bir de filmin hangi zaman diliminde geçtiği direkt olarak verilmiyor ama kafa karıştırıcı sahneler var. Filmde kullanılan arabalar, kıyafetler, şarkılar 80’leri çağrıştırıyor ama bazı durumlar sanki 50’li yılları çağrıştırıyor. Mesela ağanın hala traktör sahibi olmaması. Önal’ın kitabında bahsettiği üzere 70’ler ve 80’lerde makineleşme kötü durumda değil. Bu kadar büyük üretim yapan ağanın hala traktörü olmaması akıllara 50’leri getiriyor. Filmde yapılan seçimler de 50’leri anımsatıyor. Çok açık ki ağa halk partilidir (CHP). Seçim için gelen partililerin söylemlerinden bunu net bir şekilde görüyoruz ve AKP, Özal, Demirel, Menderes çizgisindeki bir partiye kaybediyor. Bu da akıllara daha eski bir dönemi hatta 1950 seçimlerini getiriyor.
Film gerçekten feodalitenin çözülmesini anlatması açısından başarılı. Bazı toprak ağaları sahip oldukları zenginlikleri yitirdiler ve züğürt ağa gibi kente gelip tersine sınıf atladılar. Yani eskiden burjuva karakterliyken, küçük burjuva oldular. Züğürt ağa gibi bunu da beceremeyenler de proleterleşti. Filmin altını çizmeye çalıştığı gibi burada bir mağduriyet yoktu. Eğer bir mağduriyetten bahsedeceksek bu ancak proleterleşme aşamasından sonra meşrudur. Filme itirazım da burada başlıyor. Züğürt ağanın gerici özlemleri hep aklanıyor. İnsanlara dayattığı sömürü mekanizmasına bulaşılmıyor. Eskiden ne güzel sömürürdük ailecek ama şimdi zaman kötü diyor ağa ve biz de evet ya diyoruz. Bunun karşısında maraba da yani tarih boyunca köle, serf, emekçi diye adlandırabileceğimiz sınıf yani sen, ben güvenilmez ve üçkağıtçı karakterler olarak sunuluyor. Züğürt ağa o kadar sempatik bir karakter ki genç bir kızı mal gibi alıp satma gibi feodalitenin en iğrenç eylemlerinden birini bile gerçekleştirirken göze batmıyor. Neyse ki yaşlı adam kıza el süremeden ölüyor da ne şiş yanıyor ne kebap.
Marx der ki insan hayata koşullar önünde hazır bir halde gelir. Bu kaderci bir yaklaşım değildir. İnsan ne olacağı büyük oranda belli bir şekilde dünyaya geliyor. Bu kurguyu bozanlar elbette çıkıyor. En başta Marx’ın kendisini örnek olarak verebiliriz. Burjuva karakterli bir ailede dünyaya geliyor. Ama kişinin yapıp ettikleri onun sınıfsal karakterinin belirliyor. Züğürt ağa da belki iyi bir adam ama neler yaptığı ortada. Peki züğürt ağanın çelişkileri ne olacak? Gerçekten iyi bir adam olamaz mı züğürt ağa? Buradaki iyi kavramı çok tartışmalı. Bir insanın kişisel albenisinden ziyade somut olarak yaptıklarına ve bu yaptıklarının diğerlerine yansımasına bakmak taraftarıyım. Züğürt ağa net bir şekilde bir egemendir, sömürücü sınıf üyesidir ve insanların emeğini çalarak zenginleşen biridir. Daha sonra bu zenginlikten az buçuk bir şeyler vermesi onu değerli kılmaz. Onun gibilerle ancak mücadele edilir. O koşulları önünde hazır buldu diye de ona müdahale etmeyecek, ne yapalım sen de sömürmeye devam et mi diyeceğiz?
Peki bir film bu çelişkileri, bu hikayeleri yansıtamaz mı? Elbette yansıtabilir. Ama sorumsuzca değil. Sol bir taraftır. Doğal olarak karşıtlarını tanımlamıştır ve bunlarla mücadele eder. Bu karşıtlarını aklama, yapıp ettiklerini atlayarak yüzeysel bir sempatikleştirme gayreti içerisine girme çabasında olan filmleri eleştirmelidir. Çünkü bu insanlar emekçilere yansıttıklarıyla hiç ama hiç sempatik değildirler. Sahici bir ağa karakteri arıyorsanız ikinci paragrafta bahsettiğim “Kibar Feyzo” filmini izlemenizi öneririm. Ağalar budur işte fazlası değil..