Üniversitedeyken konuşma becerileri (oral skills) adlı bir dersimiz vardı. Bu derste konuşmalar hazırlar sonra da çıkar topluluk önünde bunları sunardık. Tabi ki kuralları ile birlikte. Alakasız girdi: Nasıl, iyi bir yazı birçok kurala tabi ise iyi bir konuşma da birçok kurala tabidir. Topluluk önünde konuşanlar bunu dikkate almalı. Sadece onlar değil bütün konuşanlar konuşurken dikkatli olmalı.
Neyse, bu derste, tartışmalı bir konuda sunum yapmam gerekti. Adı üstünde tartışmalı, vurucu, provokatif bir şey olması gerekiyordu. “Orhan Gencebay idam edilmeli!” başlığını bu sunu için düşünmüştüm. Sonra aşırıya kaçacağını düşünüp “Tütün üretimi yasaklanmalı!”ya karar kılmıştım. Bu gecikmiş tartışmayı şimdi açmak istiyorum.
Bu yazıyı yazarken aklıma başka bir şey daha geliyor. Türkiye’de ünlü, tanınan birisi ölünce yıkama yağlama hemen başlıyor. O kişinin hayattayken neler yaptıkları, bu yaptıklarının başka hayatlardaki yansımaları özellikle de ezilen kesimlerin hayatlarındaki yansımaları hiç göz önünde bulundurulmuyor. Muhsin Yazıcıoğlu gibi faşist ırkçı bir katil “adam gibi adam” diye sunuldu. Necmettin Erbakan “sempatik”, İhsan Doğramacı “bilim insanı”, Süleyman Saba “beyefendi”, Müslüm Gürses “ezilenlerin sesi” oluverdiler. Bu anlayış beni her zaman rahatsız ediyor. O yüzden bazı insanlar hayattayken onlarla ilgili düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Orhan Gencebay ölünce eminim bazı solcular da dahil olmak üzere birileri yıkama, yağlama yapacaklar.
İdam edilsin gibi bir düşüncem yok elbette. Provokatif başlık sizi bu yazıya çekti ve şu anda okuyorsunuz. Bir müzisyen olarak Orhan Gencebay’ın müzikalitesine odaklanalım önce.
Hiç tartışmasız üstün bir müzikalitesi vardır Orhan Gencebay’ın. Teknik anlamda yani. İşi bilen, oldukça yetenekli bir müzisyendir. Zaten tartışma noktamız burası değil.
Çocukken bağlama çalan birisini görüp çok etkilenen Orhan Gencebay, babasına müzik aletini tarif etmeye çalışmıştır. Çocuğun tarifinden hareket eden baba Gencebay’a mandolin almıştır.
Cumhuriyet kazanımları deyince saldırıya uğruyoruz. AKP’nin iyice azgınlaştığı bu dönemde bu saldırılar eksik olmuyor hala. Geçiniz laikliği, kadın haklarını falan sırf bu mandolin ısrarı bile bir “Kemalist” olmam için bir sebeptir.
Türkiye halkları müzikal beceriler açısından neye sahiplerse bunların %90’ını önceleri buralarda yaşayan Rumlar ve Ermenilere borçludurlar. Onlar olmasaydı emekleme devresinde olacaklardı. Şimdi bana inanmazsınız, lütfen İslam dininin müzikle ilgili neler düşündüğünü kendiniz araştırın. İslam’ın tıkayıcı özelliği yüzünden, yüzyılları müzik anlamında harcayan Anadolu’nun Müslüman halkları, müzik kulağı, müzikal beceri, müzikal beğeni anlamında oldukça geri bulunuyorlardı. Veya kendi özgün üretimleri çok azdı diyelim.
Böyle bir halkı müzikal anlamda ileri çekmek için cumhuriyet kadroları okullarda mandolin öğretilmesinde ısrarcı olmuşlardır veya bir yerlerden öykünmüşlerdir buna. Önemi yok. Yaklaşık 20, 30 yıl süren bu mandolin ısrarı Türkiye’ye müzikal anlamda çok faydalı olmuştur.
Mandolin yapısı gereği kemanla aynı akort düzenine sahiptir. Onda başarılı olanlar kemana ve de piyanoya çok kolay geçiş yapabilirler. Ayrıca üstün bir enstrüman olan mandolin sayesinde üst düzey eserlere yönelme de kolaylaşmıştır. Bu konuda OdaTV’de yayınlanan bir yazıyı tavsiye ederim.
Babasının kendisine bağlama yerine yanlışlıkla mandolin aldığı küçük Orhan Gencebay üstün müzikalitesini biraz da buna borçludur.
Sovyet okullarına yetişmiş bir isim olan Emin Tarakçı adlı hocadan dersler alan Gencebay çocukluğunu üstün bir müzikal atmosferde geçirmiştir. Saksafon da öğrenen Gencebay hem Batı müzik formlarına aşinadır hem de Alaturka müzikleri çok iyi platformlarda icra etmiştir. Olağanüstü bir yeteneği olan Orhan Gencebay bu sentezle yoğrulmuş ve kaçınılmaz bir şekilde ortaya büyük bir müzikal değer ortaya çıkmıştır. “Teknik olarak” tabirini bir daha kullanmak istiyorum.
Şartlar, İstanbul piyasası onu albümler yapmaya itmiştir. Şu anda Türkiye’de yetenekli birçok müzisyen vardır. Bunların ülke genelinde tanınması zordur çünkü sayıları epeyce fazladır artık. Olağanüstü yetenekliler ise piyasanın kurallarına direnmezlerse mutlaka ve mutlaka keşfedilmektedirler. Bundan 50 sene önce olağanüstü yetenekliler kendi kurallarını da dayatma imkânı bulabilmektedirler.
Orhan Gencebay, olağanüstü yeteneği sayesinde 1968 yılından itibaren kendi kurallarını, kendi yapı bozucu müziğini dayatabilmeyi başarmıştır. Bu yapı bozucu müziğin egemen ideolojinin bazı ihtiyaçlarına cuk oturmasını birazdan tartışacağız.
Halk müziği, Batı formu ve 1940’lı yıllarda güney bölgelerinde dinlenen Arap radyolarının melodilerinin bir karışımı olan Orhan Gencebay müziği bize göre arabesktir. Kendisi bu tanımı temkinli yaklaşır. “Arabeskin babası” olduğunu göğsünü gere gere söylemez. Serbest form, Orhan Gencebay müziği gibi bir takım tuhaf adlar kullanır ama herkes bilir ki bu “şey” arabeskin ta kendisi, kaynağı, can simidi falandır.
Sadede gelelim.
Arabesk dedik. Bu müzikal formun ilk örneklerini ve teknik anlamda en üstünlerini Orhan Gencebay ortaya çıkarmıştır. Bu yargıya itiraz kabul etmiyorum.
Peki, bizim derdimiz nedir kendisiyle? Arabeske karşı mıyız?
Elbette karşıyız, lütfen!
Arabeske karşı olmayan bir sosyalist düşünülemez. Bütün varlığını, mücadelesini hiçleştirmektir bu.
Emekçi halkın gidebileceği en ileri pozisyon olan sosyalizm diyorsunuz sürekli, bu yolda en ufak umut verici gelişmede sevindirik oluyorsunuz ama o halkı yerin dibine sokan, umutsuzluk çıkışsızlık kadercilik boklarına saplayıp bırakan arabeske karşı olup olmadığınız konusunda kafanız net değil!
Böyle bir şey kabul edilemez.
Hedonizm diye bir şey vardır. Yani zevkine düşkün olma. Orhan Gencebay müziğinin bir takım duyguları harekete geçirdiği yadsınamaz ama devrimci her şeye ideolojik yaklaşmalıdır. Orhan Gencebay müziğinin emekçi halkta yansımaları nasıl olmuştur? Bizler bununla ilgilenmeliyiz. “Bana Kaderimin Oyunu”daki yapı bozucu bağlama icrası bir kenara bırakılmalı o yıllarda Türkiye’de sokaklarda bir şeyler olurken, evinde oturup bu şarkıyla ağlayan fabrika işçisi genç akıllara getirilmeli. Devrimcilik ve hedonizm yan yana gelemez. Birinci sigarası içelim demek istemiyorum. O bambaşka bir tartışma konusu.
Türkiye’nin egemen sınıflarının 70’li yıllardaki uyanışı zorbalıkla beraber bir takım panzehirlerle öldürmeleri gerekmiştir. Lümpenlik böyle bir şeydir. Arabesk lümpenliğin yaşam alanıdır. Yani “zorunlu tesadüf” burada da olmuştur. Egemen sınıfların sınıfsal çıkarları ile Orhan Gencebay’ın üstün tekniği birbirlerini masada yemek yerken bulmuştur.
Özetle: Dünyayı değiştirmek, güzelleştirmek iddiası çok büyük bir iddiadır. En büyük iddiadır. Bu iddiada olan bir insan bir şeye sadece o “şey” olarak yaklaşamaz. Kapitalist toplum bin türlü çakallıklarla doludur. Bir şey, en son kendisidir. Ondan önce başka bir sürü şeydir. Arabesk müzik egemen sınıflarca emekçi kitlelere yöneltilmiş bir silahtır. Bir dindir.
12 Eylül’ün yılbaşı geçesi Kibariye’ye televizyonlardan “Ufkumda doğan güneş bu sabah doğacak mı / Kalben ne kadar dertli olacağım kim bilir” dedirten generaller Ruhi Su’nun yurt dışı tedavisini engelliyorlar, Ahmet Kaya’yı hapse atıyorlardı.
İdam edilmemeli ama teşhir edilmeli. Budur yani.
Arabesk kültürü bir bütündür ve müzik onun önemli bir ayağını oluşturur. Bu kültür Türkiye’de büyük bir insani erezyona sebep olmuştur. Bu erezyondan AKP yükselmiştir. Orhan Gencebay da bilinçsiz de olsa bu yolu açan en önemli figürlerden biridir.
Çok çok yetenekli bir müzisyendir ama gerçekler acıdır.
Arabesk bir bitiş oldu.
Ayrıca size iyi bir haberim var: Ezilenlere yöneltilmiş bir silah olmayan epeyce iyi müzik vardır.
İyi günler…