Seni seviyorum yoldaş

Bu yazı; filmi izlememiş olanlar için, filmin sağlıklı bir şekilde izlenmesini engelleyebilecek bilgiler içerebilir.

Bir arkadaşım, elinde iyi İkinci Dünya Savaşı filmi var mı diye sormuştu bir keresinde. Etkileyici filmler aradığı belliydi. “Saving Private Ryan/Er Ryan’ı Kurtarmak” gibi falan savaşa batılıların perspektifinden yaklaşan ve ancak sakızdan çıkan şiirlerin yüzeysellik konusunda aşık atabileceği “kahrolsun Hitler ve onun Yahudi düşmanlığı” şeklinde savaşı formüle eden filmler. Aralara savaş psikolojisi msikolojisi falan da sıkıştırılırsa, ne bileyim bir askerin insan öldürürkenki manyak ruh hali de falan sokuşturulursa, değil mi yani film daha etkileyici olurdu. Filmlerin ve genelde sanat eserlerinin etkileyici olduğu oranda değerli olduğu düşüncesine karşıyım. İsim babası olduğum tetikçi sinema’ya ait eşek yüküylen filmler dolaşıyor ortalıkta. Bu insanlar sınırsız olanaklara sahip oldukları için çok allı pullu filmler yapıyorlar. Ve fakat hayatta sanattan daha önemli şeyler vardır. Örnek vermek gerekirse ölmek veya ölü gibi yaşamak diyebiliriz. Bu durumları onaylayan, meşrulaştıran, aklayan bir sanat da benim nazarımda tetikçi sanattır. Sanatın ve sanatçının özgürlüğü meselesine girsem mi? Kısaca burjuvazi sanatı nah özgür bırakıyor diyerek konuyu kapatıp başka bir yazıya erteliyorum.

Bugün sizlere tanıtmak istediğim film tetikçi sinema ürünü değil. Oranın yiğit insanlarının Büyük Anayurt Savaşı diye adlandırdıkları İkinci Paylaşım Savaşı’nın gerçek mağduru Sovyetler Birliği’nde geçiyor. Biz 20 milyon diye biliyorduk ama son deşifre edilen belgelerle 30 milyon kadar Sovyet vatandaşının hayatını kaybettiği iddia ediliyor ve bunların altı milyonu da SBKP üyesi militanlardı. Yani sosyalizmi yaşatacak ve yüceltecek kadrolarının önemli bir bölümünü faşizme kurban verdi Sovyetler ve çözülmenin de en büyük sebeplerinden biri bu durumdur.

Grigoriy Chukhray’ın 1959 tarihli filmi “Ballad of a Soldier/Askerin Türküsü” adlı film en önemli savaş filmlerinden biri kabul ediliyor. 19 yaşındaki bir Sovyet askeri savaşta kahramanlık gösteriyor ve köydeki evlerinin damlayan çatısını onarmak için izin koparabiliyor. Bu yolculuk esnasında başına gelenleri izliyoruz filmde. Başına gelen en güzel şey de aşk. Kaçak bindiği trende tanıştığı genç kızla paylaştığı bir şeyler var. Yolculuk boyunca tanık olduğu bir sürü olay, iletişime geçtiği bir sürü insan var. Bunlar sayesinde savaş esnasındaki Sovyetler’deki moral seviyesini ve insanların ruh halini gözlemliyoruz. Bu arada belirtelim film kara günlerde geçiyor. Naziler şehir ve kasabaları bir bir düşürüyorlar ve Kızıl Ordu savunma ve oyalama pozisyonunda. Yerleşim yerlerinde sadece kadınlar ve yaşlılar var. Moral seviyesi oldukça düşük. Herkes fazlasıyla romantik ve melankolik. Birileri birilerini seviyor ama vuslata erme umudunun oldukça düşük olması kendisini fazlasıyla hissettiriyor. Filmde birbirlerini sevenlerin hiçbiri de vuslata eremiyor zaten. Bu anlamda gerçekçilik açısından filmin hakkını teslim etmek gerekiyor. Bütün güzel şeyler birer birer avuçlardan kayıp gidiyor. Savaşın dayattığı aciliyet, insanların duygularından arınması zorunluluğu bu güzel insanların trajedisi. Sevdiklerine doğru dürüst sarılamıyorlar bile. Annesiyle görüşmek için birkaç dakikası olan asker sarılmak mı yoksa konuşmak mı diye tercih yapmak durumunda kalıyor. İşte faşizm bu.

Ortalama üstü her Sovyet filmi gibi teknik açıdan oldukça başarılı bir film. 1959’lu yılların savaş filmlerinin karikatür görüntüleri düşünüldüğünde onlardan fersah fersah ileride. Özellikle filmin başındaki çatışma sahneleri için avangard sıfatını kullanabiliriz. Bence iyi bir film ama bir şaheser değil. Tetikçi sinemanın o pek yakışıklı, etkileyici örneklerineyse on basar kanımca.

Bu yazı Askerin Türküsü, Ballad of a Soldier, Ballada o soldate, Büyük Anayurt Savaşı, faşizm, İkinci Paylaşım Savaşı, Sinema, Sovyet sineması, Sovyetler Birliği, tetikçi sanat, tetikçi sinema kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.