Aslında kitabın ismi biraz daha uzun. “Stalin ve Hurşçov Hakkında Ivan Aleksandroviç Benediktov ile Söyleşi”. Sovyet gazeteci Litov’un Benediktov’la yaptığı söyleşi kitaplaştırılmış. İlgi çekici bir kitap. 1981 yılında yapılan bu söyleşiyi yaptığı sırada Litov’un kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz ama sorduğu sorulara ve temsil ettiği siyasi pozisyona bakınca hayıflanmamak elde değil. Bile bile lades, kendi kalene gol atmak gibi deyimler iyice bir anlamlı oluyor. Stalin önderliğinde Sovyet insanın bin bir zahmetle ortaya çıkardığı süper devlet, elbette öncelikle iç ve dış şerefsiz kan emicilerin çabalarıyla yıkıldı ama Sovyet insanının kendi kendisine ve dolayısıyla dünya devrim mücadelesine ettiği yazığı da es geçmemek gerekir. Bugün berbat bir ülkede ve berbat bir dünyada yaşıyoruz. Evet, kelimenin tam anlamıyla berbat bir mekandayız. Yalan ve kan var her tarafta. O beğenilmeyen Sovyetler Birliği olsaydı buralara asla gelmezdik. Katil ABD’nin Suriye’ye müdahale hazırlığı yaptığı şu günlerde, 1991’den sonra Soğuk Savaş döneminde ölen insan sayısından daha fazla insanın emperyalist planlar dahilinde öldüğünü hesaba katalım. O beğenilmeyen Sovyetler Birliği’nin var olmasında yine o beğenilmeyen Stalin’in ölümcül derecede emeği vardı. Türkiye’de sokağa çıksanız ve onun adını bir şekilde duymuş birine mikrofon uzatsanız “milyonlarca kişinin katili” diyebilir. Bir iki Nasyonal Coğrafya veya katil BBC belgeseli izlemiştir, bir “solcuyla” konuşmuştur, Taraf, Zaman gazetesinden bir şey falan okumuştur belki. Daha fazlasını söyleyemez. Bu kitap bu anlamda faydalı olacaktır. Hem Stalin zamanında hem de Hruşçov zamanında tarım halk komiserliği (bakan) yapan, yüzlerce kez Politbüro toplantılarına katılan Benediktov oldukça tutarlı bir şekilde anılarını anlatıyor. 1981 yılında, “ülkemiz ikinci bir Hurşçov’a daha dayanamaz” derken acaba Gorbaçov’un geleceğini sezmiş midir? Benediktov’un “duygusal” davrandığı düşünülebilir ama günümüzden bakınca ve gelinen noktaya bakılınca ne kadar da haklı olduğu görülecektir. Bu yaşlı “Stalinist”in ilgi çekici cümlelerinden bazılarını aktarmak istiyorum.
Bu sistem sayesinde Sovyetler Birliği’i 50’li yılların sonlarına doğru dünyanın ekonomik ve toplumsal anlamda en dinamik ülkesiydi.
Stalin zamanında yüksek yönetim kademelerine terfi ancak siyasal ve profesyonel niteliklere göre oluyordu. İstisnalar elbette vardı ama bunlar kaideyi bozmayacak kadar nadirdi. Temel ölçüt kişilerin iş becerisi, en kısa sürede mevcut durumu olumlu yönde değiştirme yeteneğiydi. Akrabalık ilişkileri söyle dursun, “öndere” kişisel sadakat ve yakınlık, “torpil” denilen şey kesinlikle hesaba katılmıyordu. Akrabalarının yarısı kamplarda olan bir liderden bahsediyoruz.
Evet, temizlikler esnasında binlerce dürüst, suçsuz insanın acı çekmesi toplumumuza verilmiş büyük bir zararı anlatır. Ancak bütününde parti-devlet aygıtının ve ordunun büyük ölçekli, kararlı bir biçimde temizlenmesi ülkeyi güçlendirdi ve olumlu rol oynadı. Tarihte epeyce can yakan, büyük maliyetler ödenmeden gerçek devrimci dönüşümler olmamıştır ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
O iftiracı ve ihbarcılara nazik davranılmıyordu. Bunların birçoğu ortaya çıkarılıp kendileri de kurbanlarının gönderildikleri kampları boyladılar. Paradoks şudur ki Hruşçovcu “buzların çözülmesi” döneminde serbest bırakılan birçoğu herkesten daha gürültülü bir biçimde Stalin’in kanunsuzluklarından dem vurmaya başladı ve hatta anılar yayınlamayı bile akıl ettiler.
Stalin genelde kendine çok hakim olmasına ve duygularını kontrol etmesine rağmen, bazen, -şükür ki nadiren- anlaşılmaz bir kızgınlığa düşerdi, hatta bazen kin duyardı.
Ben elbette MK ve başka organların çalışanlarına danışırdım fakat kararları daima kendi başıma alırdım, bazen onların görüşlerine rağmen.
Dil her zaman kafadan kolay çalışır.
Çok net olarak diyebilirim ki partinin ve ülkenin yüksek çıkarlarıyla yaşayan Stalin, yetenekli insanları potansiyel rakipleri diye uzaklaştırarak bu çıkarlara bilinçli olarak zarar vermezdi.
Stalin uzay ve atom araştırmalarının önemini kavrayan dünyadaki ilk kişidir (1937 yılında, bir sürü önemli iş varken uzaya uyduyu ilk kez SSCB göndermiştir. Y.E)
O yıllarda her şey (bilim, kültür, sanat vb. kastediliyor) ekonomi ve savunma potansiyelini güçlendirmeye tabi idi (Buna itiraz edip, yalaklık yapan alçaktır. Y.E.). Her soruna her şeyden önce bu açıdan bakılırdı.
Görünüşe göre şu sözde “entelektüel çevrelerde” pek sevilen akılsızca yakıştırmaları tekrarlayarak belirli bir pozisyon almışsınız. (Benediktov burada, 1981 yılında Sovyet vatandaşı olan ama Roni Marguiles ağzıyla konuşan Litov’a söyleşi boyunca verdiği nice ayardan birini veriyor.)
Temizliklere gelince, bunlar asla şu ya da bu görüşten dolayı değil, somut sabotajcı faaliyetlerden dolayı uygulandı, fakat burada da bazı keyfi ve kanunsuz davranış örnekleri oldu.
Stalin genelde kişisel sempatiler ve antipatilere göre hareket etmezdi. İşin gereğine bakardı.
Kimseye yararı olmayan, “kendisi için” çalışan, yüzlerce enstitü, bütün gün aylaklık eden milyonlarca boş gezen, bilimi etki alanlarına göre bölüşmüş ve sadece yetenekli “yabancılardan” kurtulmak için çabaları birleştiren tekelci ünlüler klanı. İşte size, “Stalinist” “şiddet ve diktadan” şüphesiz “özgür” olan bugünkü bilimimizin gerçek tablosu! Dürüst bir insan buraya hiç olmazsa bir düzen vermeye, bilim alanlarının asalak ögelerden, her türlü süprüntülerden temizlemeye çalışsın bir hele. Hemen bütün dünyaya çığlıklar yayılır: İmdat, 1937’ye, “kültün” ahlak dışı ve mahkum edilmiş yöntemlerine dönüş var!
Çoğu kez görüntüyle özü karıştırıyorlar; bütün mesele burada. (Benim birçok yazıdaki liberalizm tarifim. Y.E.)
Jukov, onunla tartışmanın mümkün olduğunu bunun aksini iddia etmenin mümkün olmadığını söylüyor anılarında.
Onunla tartışmak kolay değildi. Bu sadece muazzam otoritesinden değildi. Stalin sorunları derinlemesine ve çok yönlü değerlendiriyordu. Muhatabının zayıf noktalarını seziyordu. (Bolşevikler böyle insanlardı)
Onun zamanında belirli hatalar yapmış ve bunun için rütbesi tenzil edilmiş insanlar yeniden yükselebiliyordu.
Yurt dışından gelen gürültülü alkışlar anlaşılabilir bir şeydir. Batı’da ustaca Sovyet iktidarını itibarsızlaştırma kampanyasına dönüştürülen Stalin’in itibarsızlaştırma kampanyası, uluslararası komünist ve işçi hareketi zayıflattı ve böldü, revizyonist ve oportunist eğilimleri güçlendirdi, ilerici unsurların akıllarında ve gönüllerinde karışıklık yarattı. Kısacası, esasta bu kampanyayı alkışlayanlar, sosyalizmin siyasal karşıtlarının ekmeğine yağ sürdüler.
Birçok entelektüel kapitalizmde daha rahat yaşayacağını düşündüğü için sosyalizmi affetmez.
Stalin esasında çalışmaktan başka bir şey bilmezdi. 14, 15, 16 saat çalışırdı.
Çıplak şiddetle hiçbir siyasal düzen uzun süre dayanamaz. Bazılarının ciddi ciddi inandırmaya çalıştığı gibi her şey gerçekten Stalin korkusundan yapılıyor olsaydı, dünyanın en güçlü savaş makinesi yenilemezdi, cephede ve cephe gerisindeki kitlesel kahramanlıklar yaşanmazdı. Nihayet iki süper devletten biri olamazdık.
Stalin küçük, ikinci dereceden meselelerde hatalar yapmıştır; büyük, stratejik meselelerdeyse asla yapmamıştır.
Yurtseverlik, vatan sevgisi yalnızca psikolojik değil aynı zamanda büyük bir ekonomik güçtür.
Rusya’da her zaman çok şey birinci kişiye bağlı olmuştur ve olacaktır.
Sonuç: Dünyadaki en zor şeyin sosyalizmi kurmak ve yaşatmak olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda en yüce şeyin. Bu zorlu ve yüce şey başımıza geldiğinde (ütopya değil), bu çıkarları gözeterek Stalin gibi adımlar atacağımdan eminim. Onun dönemindeki inanılmaz karmaşada olduğu gibi bir masum olarak canım yanarsa eğer helal olsun.