Google Video’da bulduğum üç ilginç film benim için hoş birer sürpriz oldu. Bu filmlere sırayla değineceğim. Ortak yanları; iddiasız, düşük bütçeli insan hikayeleri olmaları ve dönemlerinin aksine popüler yönelişlere prim vermemeleri. Hatta bizzat bu yönelişlere eleştirel bir bakış açısı getirmeleri.
“Yusuf ile Kenan“, Ömer Kavur, 1979.
Sempatik karakterler listemde yer aldığı için tekrar izlemek istedim “Yusuf ile Kenan”ı. Gerçekten de hatırladığım kadarıyla iyi, samimi bir çalışmaymış. Bir gün annemle bir Ömer Kavur filmi izlerken hiçbir şey anlamadım dedi. 2005 yılında kaybettiğimiz bu kişilikli yönetmenin son dönem filmleri içine girmesi zor, anlaşılmaz, tuhaf olarak nitelendirilse de filmografisi “Yusuf ile Kenan” gibi parıltılı işlerle doldudur. Bir film nasıl sert bir toplumcu-gerçekçi dram ve aynı zamanda hoş, naif bir film olabilir sorusunun cevabıdır. Bu başarının ardında çocuk oyuncularla çalışılmış olmanın ve bu oyuncuların hepsinin başarılı ve sempatik olmasının payı var. En başta da bir önceki yazımda bahsettiğim Böcek rolünde Yalçın Avşar. Kenan rolündeki Tamer Çeliker’in kariyerinin devam etmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. Yusuf rolündeki Cem Davran’ın da popülerlik batağına saplanmasını ve giderek kaybolmasını da aynı şekilde. Falconetti rolündeki çocukla ilgili hiçbir bilgi yok internette. O da bence psikopat rolleri için potansiyeli olan bir oyuncu olabilirdi ama olmadı. Çarpık rolündeki Hakan Tanfer de ilginç bir oyuncu. Küçük Emrah filmlerinde Emrah seslendirmesiyle tanınır daha çok. Hani o hep dalga geçilen “ama benim hiç annem olmadı ki” repliğinin kaynağıdır Hakan Tanfer. Maalesef onun da kariyeri çok parlak geçmedi.
“Yusuf ile Kenan” 1979 yılındaki Türkiye toplumunu kamerasıyla bize olduğu gibi gösteriyor. Belgeselvari çekimlerle o yıllardaki varoşların, trenlerin, iş yerlerinin, sokakların nasıl yerler olduğunu çok doğal halleriyle görüyorsunuz. Daha sonra 12 Eylül darbesiyle dümdüz edilecek toplumda ufak ufak oluşmaya başlayan aydınlanmacı karakter de resmediliyor. Bu karakterin ne hale geldiği bir sonraki filmin konusu.
“Yoksul“, Zeki Ökten, 1986.
Kemal Sunal’ın 1982’den sonraki komedi filmlerini sevmem ama bazı dram filmlerinde çok başarılıdır. Yine Zeki Ökten’in çevirdiği “Düttürü Dünya” bunlardan biridir. Bu filmde Turgut Özal dönemi Türkiye’sinin (bugünkü AKP Türkiye’sinin kökleridir kendisi) naif ama çok güçlü bir eleştirisi Ankara kenti özelinde yapılır. İki sene önce aynı eleştiriyi İstanbul, Sirkeci’de yapmıştı yönetmen. Buradaki hanların birinde çaycılık yapan Yoksul adlı karakter her türlü sömürüye açık bir insan profili çizmektedir. Gözü fazla açılmamış, saf köylü köklerinden henüz kopamamış bir insandır. Dönemin düşünce yapısı, daha fazla kazan, daha fazla kazan da nasıl kazanırsan kazan şeklinde özetlenebilir. Handaki herkes de böyle yapmaktadır. 1986 Türkiye’si Sirkeci’deki hana sıkıştırılmıştır sanki. Yoksul da o Türkiye insanı gibi yok olmamak için yok etmeye karar verecektir zaten. Bu kararı alması için sağlam bir iki tokat yemesi gerekecektir ama. Bugünlerde televizyonlarda denk gelmesi çok zor olan bu harika filme tek tıkla ulaşabilirsiniz, eğer izlemediyseniz. İleride birgün, başına gelen kötü işlere en çok sevinilen 10 karakter yazısı yazarsam, bu filmde Yaman Okay’ın canlandırdığı Süleyman karakteri mutlaka bu listede yer alacaktır.
“Zavallı“, İlyas Salman, 1990.
Bir yazımda en çok izlemek istediğim filmlerden biri olduğunu yazmıştım “Zavallı” için. Google Video’da rastlayınca hemen izledim. Eskiden var olan Kanal 6 gibi dandirik kanallarda izlemiştim bu filmi. Diğer üç film gibi belgeselvari bir yanı olan “Zavallı” içlerinde en fazla kişisel olan film. Aynı zamanda önemli acemilikleri var. Işıklandırması çok kötü örneğin. Kitsch bir film yani. Ama etkileyici, ilginç, özgün bir film. İlyas Salman’ın iki yönetmenlik denemesinden biri. Bu sene liseye giden öğrencilerin İlyas Salman’ı tanımadıklarını gözlemledim. Sanırım bu olay bir beş yıl sonra Kemal Sunal’ın da başına gelecek. Bu değerlerin mutlaka unutturulmaması lazım. Ben o yaşlardayken bu insanlar efsaneydi. Tamam kendilerine karşı abartılı bir ilgi olduğunu kabul ediyorum ama onları unutacak kadar da zalim olmamalıyız. Zeka olarak durağan kabul edilebilecek bir karakter Ali. Annesi ve üvey kardeşiyle yaşıyor. Yoları, evleri berbat olan bir İstanbul varoşunda yaşıyor. Benim adamlarımdan Osman Cavcı’nın canlandırdığı Hüseyin adlı karakterle hırsızlık girişimleri falan yapıyor. Aslında çok yalnız bir karakter Ali. İnsanların ne kadar kötü niyetli olduğunun farkında. Bu anlamda misantropik (insana düşman) bir yapısı var filmin diyebiliriz. Ali’nin saz gibi çaldığı süpürgesiyle konuşurken bu izleri yakalayabiliriz. Karanlık, kasvetli bir atmosferi var. Filmde müthiş etkileyici sahneler var. Gece yarısı Ali’nin arsada nereden geldiği belli olmayan seslerle giriştiği mücadele sahnesi örneğin. Süpürgesiyle konuştuğu sahne. Düğün salonunda türkü söylerken ağladığı sahne. Ve benim ikinci favori sahnem, evlendiği kendisi gibi zeka özürlü kıza arkadaşım diye sarıldığı sahne. En birinci favori sahnem, SPOILER, filmin sonundaki ölme sahnesi. Bıçağı yiyince sağol deyişi var ki inanılmaz etkileyici.
Umarım bu filmler Google Video’dan silinmez de ara ara izleyebiliriz.