Top 21 Benzersiz Deneyim

1182476_1920x1080

İnsanın hayatında benzersiz deneyimler vardır. Burada açıktır ki insana kendisini iyi hissettiren deneyimlerden bahsediyoruz. İnsanın hayatında kötü deneyimler de vardır. Bende şu ana kadar çok az oldu kötü deneyim. Bunları unutma eğilimindeyim. Benzersiz deneyimleri ise yazısını yazacak kadar severim. Aslında bu yazı Gorki Okuryazar ve Ümit Cingöz için yazılmıştır çünkü en çok o ikisi eski zamanlardan bahseden yazıları severler. Pro-nostaljik olmak tehlikesini unutmamaya dikkat ederek eski zamanları ben de severim. Mutlu olmanın sırrı, küçük şeylerden (stadyumda el clasico izlemek, Japonya’ya gitmek gibi) mutlu olmayı bileceksin ve hayatında merak duygusunu hiç yitirmeyeceksin. Şu sonuncusu çalışarak olacak bir şey değil gerçi. İnsanın başına iyi olarak ne gelmişse meraktan gelmiştir. Biliyorum adı anılan iki insandan birincisi hariç (o da belki) ve bir, iki sürpriz kişi hariç hiçbiriniz yapmaz ama kendi sayfanızda benzersiz deneyimlerinizi yazmanızı rica ediyorum.

Kronolojik sırayla yazacağım.

İLK TV

İlk kez evde TV izlemem mi daha önce oldu yoksa ilk kez sinemaya gitmem mi daha önce oldu hatırlamıyorum. İlk TV deneyiminden bahsedelim. Bir gün bir komşumuz bizim eve televizyonunu getirdi. O alet beni büyülemişti. 10 yaşındayken yazdığım günlükte şöyle bir cümle var: Kendime inanamıyorum, yeni yayın dönemi başladı ve bitiyor ama ben hala yeni bir yazı yazmadım… Demek ki hayatımı TV’ye göre ayarlıyormuşum. O alet eve geldi ve ben Zonguldakspor-Galatasaray maçının özetini izledim. O gün Galatasaraylı olmaya karar verdim. 2011 yılına kadar devam etti bu olay. Neyse, TV izlediğim o anı unutamıyorum. Renkli TV 1984 yılında geldi TR’ye. Maçkolik sitesine göre o zaman 12 Mayıs 1985 tarihine denk geliyor bu benzersiz deneyim. Birkaç hafta sonra biz de renkli TV satın alacaktık zaten.

İLK SİNEMA

İlk sinemaya da o yıllarda gittim ve elbette büyülendim. Normalde sinemada film izlemeyi sevmem. Evet, yanlış okumadınız sinemada film izlemeyi sevmem. Evde kendi yarattığım konfor içerisinde severim film izlemeyi. Sinemada insanlar çok duyarsız. Rahatsız ediyorlar diğerlerini. Neyse, konumuza dönelim. Akrabamız ve komşumuz, deli dolu karakter İso yine akrabamız ve komşumuz olan Erkan’ı sinemaya götürmüştü. Erkan benden iki yaş büyüktü. Ben çok kıskanmıştım ve çok üzülmüştüm. Neyse bir süre sonra İso beni de götürdü sinemaya. Sanırım semtlerde yer alan son sinemalardan biriydi o da. Artık TV 2014’lerin sosyal medyası gibi olmaya başlamıştı. Bu yüzden merkezlerdeki sinemalar hariç mahalle sinemaları ve yazlık sinemalar kapanıyorlardı. İso’ya Keçiören’deki bir sinemaya gittik. İki film vardı. Birincisi benim o yıllarda dünyamda pek bir şey ifade etmeyen erotizmi konu edilen bir filmdi. Sonra ise beklediğim şey oldu. Karate filmi başladı. Büyülenerek izledim filmi. Karate filmlerine bayılırdım. Sonra biraz daha büyüyünce Hong Kong yapımı bu sikindirik filmlerin ne kadar sikindirik olduklarını kavramıştım. 1991 yılında Menekşe Sineması’nda “Amerikan Ninja 37”ye gidene kadar bir daha sinemaya gitmedim ama o deneyim unutulmazdı benim için. Mahalleye geldiğimde herkesi dövebilecek gibi sanıyordum kendimi. Gözlerim Erkan’ı arıyordu ama her zamanki gibi o beni dövmüştür.

OKULUN İLK GÜNÜ

Okulun ilk günü de unutulmazdı benim için. Okulla bizim ev “next to” idi. Dolayısıyla çıkışta kendim gelmiştim eve. Okulda ne yaptığımızı anımsamıyorum. Bu günü benzersiz kılan şey eve geldiğimde annemin en sevdiğim iki şeyi yapmış olduğunu görmemdi. Patates kızartması ve aşure. Benim yaşımda olup da benden daha çok patates kızartması yemiş biri olabileceğini düşünemiyorum. Aşure sevmeyenler ise dost olamayacağımı yazmıştım.

İKİNCİ SINIF BİRİNCİLİĞİ

Bu da unutulmaz bir anıdır benim için. Başarı, beğenilmek, övülmek… Türümüz bunlar için şeyini bile verir. Onurunu… Hele ki bir çocuk için başarılı olmak, öğretmeninin övgüsünü almak inanılmaz değerlidir. İlkokulda hep sınıf birincisiydim. Ortaokulda hep ilk üçteydim. Lisede ilk beşte. Üniversitede ise hep sondan 5 veya 10 içerisindeydim! İlkokul üçe giderken bir gün okuldan sonra sınıf birincileri için ödül töreni yapılacağını duyduk. Bana kimse bir şey söylemediği için çıkışta eve gittim ve üstümü değiştirip bahçeye geldim. Duvarın üstüne çıkıp töreni izlemeye başladım. Kaymakam bile gelmişti. Birinciler anons edildiğinde adımı duydum. Şaşkınlıktan dona kaldım. Sahneye doğru yöneldim elbette. Sahnede herkes önlüklüyken ben eşofmanlıydım. Kaymakam mikrofonla bana hangi takımı tuttuğumu sordu. Böyle ilginç bir şeydi. Öğretmen ve müdür yardımcısı arasındaki bir iletişimsizlikten dolayı bu olay yaşanmıştı. Kendimi çok iyi hissediyordum. Ödül olarak da yine bir eşofman takımı vermişlerdi. Griydi.

İLK TOPLU TAŞIMAYLA YAPILAN YOLCULUK

Ya sekiz ya da dokuz yaşındayken tek başıma otobüse binip bir yere gittim. 23 Nisan günü Ulus’taki birinci meclis binasını ziyarete gittim ama kapalıydı. Kendimi yine Nobel kimya ödülü almış gibi hissediyordum.

İLK İSTANBUL YOLCULUĞU

İstanbul’da yaşamak benim için hep bir tutku olmuştur. Bunun sebebi de deliler gibi izlediğim Türk filmleriydi. 2011 yılında bu hayalimi gerçekleştirdim. Daha önce de gerçekleştirebilirdim. Keşke yapsaydım. Neyse 1988 yılında ilk kez İstanbul’a geldim. Yazısını yazmıştım. Köprüden geçerken o dört dakikada gözlerimle sağ tarafı ve sol tarafı yağmalamıştım. Unutamam. Fonda “Sezen Aksu 88” albümü (kasedi) vardı.

STAR 1’İN ERİŞELEBİLİR OLMASI

Televizyonun benim için ne kadar önemli olduğunu yazmıştım. Sadece TRT vardı eskiden. Bir de kulaktan kulağa ismini duyduğumuz Star 1 adlı efsane bir kanal varmış. Bu kanal hem maçları canlı veriyor hem de heyecan dolu programlar yayınlıyormuş. Özel ve paralı bir uydu anteni aracılığıyla izlenebiliyordu Star 1. Bizim komşumuzda da vardı ve birkaç kere izlemiştim onu. Amerikan Güreşi denen saçma sapan şey beni büyülüyordu. Onu izlemek için neler vermezdim! İnternete göre 4 Ağustos 1990’mış. Ya o “Amerikan Ninja 57” filmini izlediğimiz gündü ya da benden büyüklerden oluşan o arkadaş grubumla gittiğimiz bir düğünün olduğu gündü… Eve geldim ve annem Star 1’in artık her TV tarafından izlenebildiğini söyledi. Hemen açtım, baktım. Ömrümde o kadar mutlu olduğum an azdır. Beni asıl büyülen şey ise Show TV’nin açılması oldu. Kibar Feyzo, Terminatör, Rocky, Feldkamp, Hakan Şükür, Tutti Frutti, Paris Düşleri, Süpermarket, Hababam Sınıfı falan…

1993 GS-BEJK MAÇI

O Show TV sayesinde aşkım Galatasaray’ın 1992-93 sezonundaki bütün maçlarını izlemiştim. Beşiktaş’ı da izliyordum. Bu iki takım arasında o sene nefes kesici bir rekabet yaşanmıştı. Şampiyon biz olmuştuk. 1993 Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı Kupası maçına gittim Ankara’da. 19 Mayıs Stadyumu’nun üstü o zaman kapalı olmadığı için sıcaktan ve açlıktan perişan bir halde saatlerce maçı bekledim tribünde. Bir sene boyunca TV’den izlediğim ve hayran olduğum adamlar önümdelerdi işte. Unutulmazdı. Yazısı yorum bölümünde.

İLK 1 MAYIS

Lisede ve üniversitede oldukça zayıf bir solculuk kariyerim vardır. Hatta üniversitedeki yok denebilecek kadar azdır. Zaten bu işlere üniversitede başlamayınca bu işi bir yaşam tarzında döndürmüyorsun. “Ne olursa olsun mücadele etmeliyim!” demiyorsun. Siyasal mücadele vermede insan psikolojisinin hatırı sayılır oranda etkisi vardır. Neredeyse yüzde yüz. Kişinin neredeyse tamamen kendisiyle mücadelesi belirler siyasal mücadelesini. Ve her siyasal mücadeleye birisi vesile olur. Liseden arkadaşım Hasan beni bu konuda etkilemiştir. Kendisi önce bir illegal örgüte sempati duyuyordu sonra da EMEP’li olmuştu. Daha sonrasını bilmiyorum. En son feyste karısıyla ortak hesabı vardı. İlk eylemlerimi yazacağım bir gün. İlk eylem MEB önünde yapılan 15, 20 kişilik bir korsan liseli eylemiydi. Beş dakika falan sürmüştü. Yoldan geçen heyecanlı bir çocuk eyleme spontane katılmış ve “Genciz, güçlüyüz, Atatürkçüyüz!” sloganın atmıştı. Kimse katılmamıştı slogana. 1994 olmalı. O sene Sivas Katliamı anması katıldığım ilk kitlesel eylemdi. Sıhhiye Köprüsü üzerinde devasa bir kalabalık vardı. Büyük bir üzüntü olduğu için o eylemde çoşku duygusunu hissetmemiştim. 1995 1 Mayıs’ında ise o coşku duygusunu hissettim. Tarif edilemez bir coşku ve mutluluktu o.

ATEİST OLMAK

Alevi bir ailenin çocuğu gelip de ailesine “Ben ateist oldum!” dese “Eee, napalım?” derler herhalde. Ben de Alevi bir ailede doğduğum için benim adıma çok kolay oldu ateist olmak. Ben 14, 15 yaşımdayken, bir gün bir yerde birisi birileriyle bir konuşma yaptı. “İnsan maymundan gelmedir. İnsanda kuyruk sokumu vardır. Orası maymundan gelme olduğunu kanıtlar.” dedi ve ben o dakika ateist oldum. Nasıl rahatladım anlatamam… Çünkü inanç “düşünen insan” için bir yüktür. Bu yük, bundan kurtulduğun zaman toplumla yaşayacağın çelişkiden daha ağır gelir “düşünen” insana. Bu çelişkiyi yaşamaya götü yemeyenler veya biraz yumuşatalım hadi, inancın verdiği sahte konfordan olmak istemeyenler kendilerini kandırmaya devam ederler. Çok da yumuşatmadık sanki… Elbette o kişinin o sığ cümleleriyle yetinmedim. Hemen Turan Dursun’un “Din Bu” kitaplarını okudum. Kuran’la karşılaştırarak okudum bu arada. Zaten bunu yapan biri korkak biri değilse ateist olmaması mümkün değildir. Alevi olmayanlar için çok daha zordur, kabul ediyorum çünkü orada göğüslenmesi gereken –yakın-çevre-çelişkisi daha ağırdır. Kendi adıma çok çok rahatlamıştım. Okulda din öğretmeniyle derslerde radikal bir düzeyde tartışmaya başladım. Sonra dinden dönem ödevi aldım ve adam bana ödev olarak “Turan Dursun’dan Beş İddia” konusunu vermişti. Kafasız bir din öğretmeni değildi muhtemelen. Aile zoruyla o yola yönelmiş ama inançlılık konforunu da bozamayacak biri olmalıydı.

KONSERLER

Gittiğim ve benzersiz deneyim diye kodlayacağım konserleri ayrı ayrı yazsaydım bu yazı bitmezdi. Neşet Ertaş’ı ve Ahmet Kaya’yı canlı izlediğimi belirteyim. Bir de 1993 yılında Ankara Hipodrom’da verilen efsanevi Zülfü Livaneli konserini izledim. Hayatımda en çok keyif aldığım konser geçen sene 1 Eylül onuruna verilen Kardeş Türküler konseriydi. Çok konsere katıldım ve bunların dörtte biri benzersiz deneyimdi benim için.

İLK SAHNE DENEYİMİ

Bugüne kadar sayısız kere sahneye çıktım, bağlama çaldım. Sahneye çıkmak, teknik anlamda rezil olmadıysan, her seferinde benzersiz bir keyiftir. İlk kez 1998 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde çıktım sahneye. Hocamız Okan Murat Öztürk eşliğinde bağlama grubu olarak çıkıp dört, beş parça çalmıştık. Yine dünyayı kurtarmış gibi hissediyordum kendimi.

 

ATANMAK

Mezun oldum ve birkaç ay sonra öğretmen olarak atandım. Birkaç ay önce korkunç fakirlikler çekerken birden cebimde deve yüküylen para oldu. İnsan olarak sınıf atladım. İlk dersimde hatırlıyorum çocuklar ne söylesem alkışlıyorlardı. Böyle bir şey olamazdı… Yalnız yaşamaya başladım. Yani hayatım birkaç haftada oldukça radikal bir şekilde değişmişti. O kadar radikaldi ki Ankara’yı bile özlüyordum.

MOVIE-BUFF OLMAK

Daha önce yazmıştım, hayatımda 2004-2012 yılları arasında sadece sinema vardı. Bu sürede 1200 tane film izledim. Ve bundan eşekler gibi pişmanım. Keşke yapmasaydım ama o yıllarda çok büyük heyecan duyarak yaptım bunu. Olağanüstü güzel filmler izledim. Düşünce dünyam çok zenginleşti fakat izlediğim filmlerin yarısından fazlasını izlemesem de olurdu. Bunun yerine daha çok roman okumalıydım. Şimdilerde yaptığım bu işi o zamanlar yapmalıydım. Hayatımda her şeyi 10 sene gecikmeli yaptım.

İLK YURT DIŞI SEYAHATİ

2008 yapmama rağmen hayatta en çok sevdiğim şeylerden biri olduğunu geç fark ettim. Aslında biliyordum da yeşil pasaportu bekliyordum da denebilir. 2008 yılında iki haftalığına İngiltere’ye gittim. Bedavaya getirdiğim bir seyahatti bu. Yurt dışında bambaşka bir insan oluyorsun. TR’deki gündelik işleri yapman gerekmediği için ve telefonunu kapattığın için (o zamanlar) sanki rüyada gibisin. Hiç görmediğin ve bir daha muhtemelen bir daha görmeyeceğin şeyler görüyorsun. Bayılırım yurt dışına çıkmaya ve ölene kadar çıkmayı düşünüyorum.

PARTHENON’U GÖRMEK

Muhtemelen bir daha görülmeyeceğini yazdım az önce fakat Atina’daki Parthenon’u iki defa gördüm. İlki benim için benzersiz bir deneyimdi. 2014 yılının Ekim ayında yeşil pasaportu alınca hemen bir yurt dışı seyahati planladım. Sömestr tatili için Atina’ya bilet aldım. Atina’ya ayak basınca Akropolis’i fark etmemek imkansız. Derhal çıktım oraya. Ve resmen dibim düştü. Bu yapı sayesinde tarih, mimari ve arkeoloji merakım başladı. Bu merakı davar gibi değil bilinçli bir şekilde hayatıma soktum. Kitaplar, dergiler ve makaleler okudum. Tarih, arkeoloji ve mimariyle ilgilenmek kişiyi çok geliştiren bir şey. Bugünlerde profil fotosu için trend yerler buralar ama sahip oldukları hikayelere dalınca düşünce dünyanız oldukça dallanıp, budaklanıyor. Bu yüzden Parthenon’u görmek benim için bir milattır.

GEZİ DİRENİŞİ

Kronolojik sırayı mecburen bozduk. 2013 Mayıs ayında katıldığım Gezi Direnişi’ne gelelim. O günlerde oralarda olmak anlatılmaz duygulardı. Bugün bakınca ise kafada bir sürü soru işaretleri var. Tarif etmesi zor bir şeydi Gezi. Sıradan halk olarak asla bilemeyeceğimiz şeylerin varlığı kafaları karıştırsa da o an yaşanılanlar unutulmaz şeylerdi.

TÜM TR’Yİ GEZME PROJESİ

Yazısını yazmıştım. Bu projeyi 2015 yılında başlattım ve 2018 Kasım ayına kadar toplam 50 şehri, bilinçli bir şekilde gezdim. Daha önce de 17 şehri gezmiştim. Geriye 14 il kaldı. Van Gölü çevresinde yer alan şehirler bunlar. Bu projeyi de mesela 10 sene önce yapsaydım keşke… Biraz geç kalmış olsam da yine de büyük oranda tamamladığım bu proje bana en çok heyecan veren şeylerden biri oldu hayatımda.

2017 YAZI

Seyahat etmeyi bu kadar çok geç hayatıma dahil etmeyebilirdim… Pişmanlıklarla ilgili ne düşündüğümü birçok kez yazmıştım. İnsan pişman olmalı ve oturup zırlamalıdır… Ben öyle yapıyorum. Bunu kendime itiraf ettiğimden beri önemli pişmanlıklar da yaşamadım. Planlı, programlı hareket etmek gerekir hayatta. Spontane yaşam yıllarınız alır ve döner geriye bakarsınız, koskocaman bir hiç görürsünüz elinizde. Yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmam, bööööğğğh! 2017 yazında yaptığım seyahatleri daha önce yapabilirdim. Bu dönemde önce Japonya-Güney Kore gezisi yaptım. Japonya’yı görmüş olmak başlı başına bir benzersiz deneyim maddesi olabilirdi. Mükemmel bir ülke… Bu seyahati unutamam. Birkaç hafta sonra Madrid-Barcelona-Paris seyahati yaptım. Hayatımda gördüğüm en güzel şehri görmüş oldum o sayede. Bugün olsa yine giderdim. İleride tekrar gideceğiz zaten.

MESSI’Yİ GÖRMEK

Hayatımda gördüğüm en güzel şehre gitmeden birkaç ay önce, benim orada olacağım tarihlerde orada bir El Clasico oynanacağını fark ettim. 100 Euro’luk bileti hiç düşünmeden aldım. Hayatımda bana en güzel anları yaşatmış olan insanlardan birini görebilecektim işte… Messi ve Ronaldo’nun birer golünü canlı seyretmiş biriydim artık. Benzersiz deneyim nedir ki zaten…

PİRAMİTLERİ GÖRMEK

Geçen sene karımla yaptığımız Mısır gezisinin tek bir amacı vardı zaten. İnsanlar Mısır’a o yüzden giderler. Piramitleri gezdiğimiz gün hayatımda yaşadığım en güzel günlerden biriydi. O kadar etkileyiciler ki… İnsan olmanın limitsizliğini bu kadar büyüleyici bir şekilde hissettiren çok az mekan vardır yeryüzünde. Piramitlere gidemiyorsanız Göbeklitepe’ye gidebilirsiniz örneğin. O da benzer duygular hissettiriyor. Unutamıyorum o günü…

Benzersiz deneyimler bitti… Biliyorum yapmazsınız ama yine de yapan çıkarsa tutmayacağız. Yazın benzersiz deneyimlerinizi…

Görüşürüz.

 

 

 

 

 

 

Bu yazı nitelikli goygoy, Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.