Şu anda az çok “politikayla ilgilenen” birisi burjuva medyasını açarsa, Türkiye’de kaotik bir sürecin yaşandığını görecektir. Çok muhtemel ki şu sonuca ulaşabilir: AKP ve Cemaat dershane meselesinde çatıştı ve birbirlerine girdi. Ben buna katılmıyorum.
Önce “AKP nedir?” diye bir sormak lazım. Resmi olarak 2001 yılı ağustos ayında kurulmuş bu parti 2002 seçimlerine girmiş ve halkın desteğini, onayını alarak iktidara gelmiştir.
Kapitalist ülkelerde iktidara geliş şeklini sorgulamak lazım. İnsanlar hür iradesiyle gidip oy vererek birilerini iktidara getiriyor diye düşünülüyor. Oysa seçimler, uzun ve karmaşık bir sürecin sonucunda gerçekleşir. Bu süreç boyunca egemen sınıflar bin türlü ideolojik girdi yapar. Psikolojik operasyon yürütür. Çoğu zaman fiziki operasyonlar da yapar. İnsanları ekonomik olarak bir sarmala dolar, sol siyaset üzerine gider, ve AKP’nin 2. Cumhuriyet’inde olduğu gibi rezillik de artık bu operasyonlardan biridir vs.
İnsanlar toplumsal varlıklardır. Diğer bireylerle ilişki içerisindedirler. Sizin karşınıza çıkan bin kişi “bilmem kim alternatifsiz, istikrar var” derse, bin tane yayın “askeri vesayet geriletildi” derse elbette inanırsınız. Bunları tuz buz edecek bir adet ettiği lafı bilen sosyaliste rastlama olanağı azdır.
AKP de 2002’de bu operasyonlar sonucunda iktidara geldi. Ve AKP bir ortaklıktı. Erdoğan liderliğindeki milli görüş ekibi direksiyondaydı. Arabada yerli sermaye, emperyalizm bir de tarikatlar ve cemaatler vardı. 2. Cumhuriyet otobüsünü 11 yıldır bu ekip kullanıyor. Sigara yasağını da bunlar çıkardı, şimdi burada sayamayacağımız bir sürü suçu da bunlar işledi.
AKP bir operasyon partisiydi. Özel bir parti. Tarihi misyonları olan bir parti. Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda bu misyonlar belirlendi. Neo-liberalizm denir buna, merak edenler araştırabilir. Sosyal devletin sahip olduğu bütün varlıklar sermaye satılacak, emekçi hakları budanacak, emperyalizme sınırsız bir bağlılık inşa edilecekti. Bir de emekçilerin bu tabloyu sorgulamaması için dinselleşme hayatın her alanına sokulacaktı. Bu da AKP liderliğinin özel arzusu ve sermayenin ihtiyaçlarını destekleyen bir olgu olarak hayata geçmeliydi.
Tekrar söylüyoruz: Bunlar büyük suçlardır ve sorumluluğu o otobüste yer alan her odak paylaşmaktadır. Örneğin Tüpraş’ın, TEKEL’in tamamen kanunlar uygun bir şekilde bazı sermaye çevrelerine satılması, şu ayakkabı kutusu mevzusundan daha az aşağılık bir suç değildir. Bu suçlar işlendi. Yeni bir rejim demekti bu.
Fakat emperyal körlük diye bir şey vardır. Kapitalizm akıl dışı bir sistem olduğu için ve sürekli kriz dinamiği barındırdığı için sorunsuzca ilerlemesi mümkün değildir. Hesaplayamadığı şeyler vardı. En önemlisi halk faktörü. Türkiye’nin yabana atılmaması gereken bir ilerici birikimi vardı. Türkiye halkı bu gerici rejimi kusacaktı. Yıllardır oluşturulan bu birikim Haziran’da ortaya çıktı ve inanılmaz kitlesel ve uzun süreli devam eden bir halk hareketi ortaya çıktı. Bu ülke egemenler için idare etmesi zor bir ülkeydi artık. Bunu risk edemezlerdi. Halk hareketi, AKP’nin üzerinin çizilmesinin en önemli nedenidir. soL gazetesi dış haberler editörü her gün saatlerce yabancı kaynaklardan Türkiye’yle ilgili makaleler okuyor. Haziran Direnişi’nden sonra emperyalist çevrelerce AKP’nin üzerinin çizildiği net bir şekilde belli oluyor.
AKP’nin ipinin çekilmesinin diğer bir nedeni de Suriye başlığıdır. Davutoğlu bir uluslararası toplantıda “canım biz hiçbir zaman müdahaleden yan olmadık ki. Walla bak…” dediğinde ben bugünkünden daha çok mutlu olmuş ve umutlanmıştım. AKP emperyalizmi resmen rezil etti. İş bilmemezliğin kitabını yazdı.
Emperyalist odakların bültenlerini sadece soL gazetesi dış haberler editörü okumuyor. Bu bültenleri AKP de Cemaat de okuyor. Bu odaklarla oturup kalktıkları için gözden çıkarılmayı daha iyi de hissediyorlardır.
Emperyalist odaklar ve yerli işbirlikçileri şimdi bir arayış içerisindeler. Yönetmesi zor olan Türkiye’yeyi daha çakalca soymaya devam edecek bir iktidar arayışı var. BUGÜN ORTAYA ÇIKAN BU KAVGA, BU ARAYIŞIN SONUCUDUR. Hem işlenmiş suçların vebalini üstlerinden atmaya hem de bu arayışlarda yer kapmaya çalışıyorlar.
Halkın burada takınacağı en iyi tutum, Türkiye’nin geleceğini hangi gerici aktörün belirleyeceği üzerine loto oynamak olamaz. Halk öz gücüne güvenmeli ve bu gerici otobüsü bütün aktörleriyle uçurumdan atmalıdır. O zaman kaçınılmaz bir şekilde halkın arayışı, şu anda güçsüz gibi görünen sosyalist özneye yönelecektir.