AKP kurmaylarının dilinde olan “Yeni Türkiye’yi” nasıl görüyoruz biz?
En başta eşi benzeri görülmemiş bir emperyalizm yandaşlığı var bu yeni rejimde. Emek düşmanlığının ondan aşağı kalır yanı yok. Toplumsal yaşamın alabildiğine gericileştirilmesi de en önemli özelliklerden. Bir de doğa talanı Yeni Türkiye’nin olmazsa olmazı…
Bunların hepsini bir filmde bulmamız mümkün değil ama Derviş Zaim’in son filmi “Balık”ta yarısı falan var.
İlk filmi “Tabutta Rövaşata”nın ulaştığı etkinliğe hiçbir filmi ulaşamayan Derviş Zaim’in bu son filmi de o etkinliğe ulaşamayacaktır ama ısrarla ana akım dışında kalmayı tercih eden sanatçının bu filmi arayan için doğru ve ilgi çekici mesajlar barındırmaktadır.
Bursa’da bir göl kıyısındayız. Kasaba halkı büyük oranda balıkçılık yapmaktadır. Ana karakterlerden Kaya da bunlardan biridir. Eşi, kızı ve eşinin kız kardeşiyle beraber yaşamaktadır. Kayığıyla her gün balığa çıkar. Bin bir emekle tuttuğu balıklarını mezatta uzaktan izlemek zorunda kalan bir insandır. Kendisine verilen üç kuruş parayla var olma savaşı vermektedir.
Kaya’nın kızı konuşamama hastalığından muzdariptir ve bu hastalık filmdeki sorunların kaynağı gibi görünmektedir. Kaya’nın sağlık sigortası olmadığı anlaşılıyor. Hastaneye gidip gitmeme konusunda tereddütlüdür. Büyük maddi sıkıntılar çekmektedir. İş yaşamı risklerle doludur. Yani ülkedeki milyonlarca benzer yaşamdan biri. Tedavi olamayacağı için hasta olmaması lazım veya kendi kendisine iyileşmeyi beklemesi lazım. Emekçi hakları ağır saldırı altında olan Yeni Türkiye işte bu.
Eşi Filiz de filmin diğer ana karakteri. Derviş Zaim’in filmlerinde sık görülen mistik karakterlerden. Aslında bu mistiklikte toplumsal bir eleştiri de yok değil. Hurafelerle zihnini meşgul eden bir kadın Filiz. Yeni Türkiye’de kadınlara ilmihal okumaları, dua etmeleri ve evden çıkmamaları tavsiye ediliyor. Filiz, kızının konuşmama hastalığını tamamen hurafelere bağlıyor. Çözümü de bilimde değil gökte arıyor. Bir keresinde satıcıya “bir tane Eti üç harfli istiyorum”diyen genci görünce çok gülmüştüm fakat bu tür şeylere gülmekten ziyade, bunları toplumsal yaşamın gericileştirilmesinin ortaya çıkardığı uç örnekler olarak görmeliyiz. Bu insanların yapabilecekleri ve yapamayacakları şeyleri iyi hesap etmeliyiz.
Filiz, biraz da bilime erişecek parası olmadığı için, okunmuş bir balıktan medet umuyor. Kızına bu balığı yedirirse hastalığın yok olacağını düşünüyor.
Ayrıca insanların doğaya kötü davrandıklarını daha doğrusu bu konuda günahkar olduklarını düşünüyor. Elbette bu yeni rejimin hanım kardeşleri doğaya neden kötü davranıldığını kavrayamazlar. Nefse falan bağlarlar. Filiz de öyle yapıyor. Göl için fitre ödenmesi gerektiğini düşünüyor.
Kocası Kaya da parasızlıktan çok kötü bir iş yapıyor. Daha fazla balık tutmak için zehirli kimyasallara başvuruyor. Zehri göle boşaltıyor ve yüzeye çıkan ölü balıkları topluyor. Doğa talanı dedik. Aslında bunların doğaya yaptıkları; talan, yağma kelimeleriyle değil katliam kelimesiyle anılmalı. Kaya da ekonomik olarak kendisini mecbur hissettiği için doğa katliamı yapmaktan geri durmuyor.
Filmde bunlar oluyor. Görünürde yaşanan inanılmaz vakalar varken arka planda bilim ile hurafe, emek sömürüsü ile vicdan, doğa katliamıyla çevre dostluğu çetin bir mücadeleye giriyor.
Mücadeleyi kimin kazandığını söylemeyeceğiz elbette ama filmin bu mücadelede kötüleri karşısına aldığını belirtmemizde sakınca yok.
Bu yüzden bu filmi seyredelim ve tartışalım.
Yeni Türkiye’ye karşı mücadele her alanda verilmeli. Hiç umulmadık bir yerden, sinemadan zayıf da olsa bir cephe açılmışsa o cepheye destek olmak lazım.